Hisse | Fiyat | Değişim(%) | Piyasa Değeri |
---|
E-posta listemize kayıt olun, en son haberler adresinize gelsin.
VOLKAN KARSAN – FINANSGUNDEM.COM / KAZANDIRAN SOHBETLER
Fransız polisinin Nanterre kentinde Nael M'ni öldürmesinden sonra yaşananları bir gün önce siyasi ve uluslararası yansımaları boyutu ile emekli büyükelçi Uluç Özülker ile masaya yatırmıştık.
Bugün “Kazandıran Sohbetler”de olayların özellikle sosyolojik boyutlarını ve dünyaya dolaylı yansımalarını incelemek istedik.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü üyesi Profesör Dr. Emre Erdoğan konuğumuz oldu ve sorularımızı yanıtladı…
“MAĞDURİYET HİSSİ ÖFKEYE DÖNÜŞÜYOR, PROTESTOLAR TARTIŞMASIZ BU ÖFKEDEN ÇIKIYOR, ÖFKELENEN İNSANLAR SOKAĞA DÖKÜLÜYOR”
- Sayın Erdoğan, dış politika ve kamuoyu, siyasal katılım, genç ve çocuğun iyi olma hali; gönüllülük, sosyal sermaye ve sosyal gelişim konularında çok sayıda araştırma ve yayınınız mevcut… Fransa’nın yavaş yavaş sakinleşen bu sıcak gündemini kendi araştırmalarınız çerçevesinde de ele alarak özetlemeniz mümkün mü?
- Aslında bilmediğimiz bir şey yaşanmıyor. Protesto hareketleri hakkında epey bir bilgiye sahibiz. Dünyada nasıl gelişiyor, nereye gidiyor, aslında da çok ilginç bir şekilde benzer görüntüler çerçevesinde hareket ediyor. Kendisine özgü bir protesto hareketi niteliksel olarak olsa bile çok fazla değil. Aslında araştırmalar, 1968 olaylarından sonra siyahi nüfusa odaklandı. O yıllarla ilgili, özellikle siyah panterler, radikalleşme vesaireyle oraya odaklanıldı ve şöyle bir teori gelişti ki, ben bu teoriyi çok önemsiyorum; göreli yoksunluk teorisi. Denildi ki bu insanlar yoksul, yoksul oldukları için de ayaklanıyorlar. İlk akla gelen buydu. Klasik herkesi etkileyen bir konu ama biraz daha derine inildiği zaman bunun göreli yoksunluk olduğu ortaya çıktı. Bu mesele çok önemli çünkü göreli yoksunluk en basit tanımıyla şöyle ölçülüyor. Ben ne kadar kazanıyorum? Ne kadar kazanmam gerek? İkisi arasında olumsuz bir fark varsa kişi göreli yoksunluk çekiyor. Bu konuda geliştirilen en basit model maddi göreli yoksunluktur. Kişinin insani, haysiyetli bir hayat yaşamak için ne kadar paraya ihtiyacı var? Ne kadara erişiyor? Bu çok açıklayıcı oldu ve araştırmalar yaptılar. Siyahi nüfus gerçekten de yoksul, bunun ötesinde de yoksun. Yoksunluk, psikolojik bir faktör aslında. Çok zengin bir düşünme alanı olan bir insana yetecek para ne kadar? Bu konuda biz kendi aramızda konuşuyor olsak bile uzlaşamayız.
Çok yeni okudum. Amerika'da bir anket yapmışlar. “Yıllık 230 bin dolar ortalama gelirim varsa rahat yaşarım denmiş.” Ortalama işçi geliri ise 56 bin dolar. İnsanların beklentileri de burada devreye giriyor. Şimdi bu maddi yönlü yoksunluk. Sonra bunun böyle olmadığını fark ettik. İki tarafta hareket ettik. İki tarafın da çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Bunlardan biri şahsi göreli yoksunluk değil. Kişinin siyahi nüfusun bir parçası olarak maddi durumu iyi olabilir. Ama göreli yoksunluk çekebilir çünkü grubu ayrımcılığa uğruyordur. Burada siyasi kimlik ya da siyasallaşmış kimlik devreye giriyor, bu bizim masamızda olacak. Daha önemlisi yoksunluk dediğimiz şey sadece maddi değil haklar açısından da yoksunluk olabilir.
Burada iki tür adaletten bahsetmeye başlıyoruz. Biri bölüşümsel adalet, çok iyi bildiğimiz herkesin hakkınca parasını alabilmesi, maddiyatın sağlanabilmesi.
İkincisi süreç adaleti… Kararlara ne kadar katılıyorum? Kararlarda benim sözüm ne kadar geçiyor? Ne kadar söz hakkı veriliyor?.. Bütün bunlar, göreli yoksunluk, maddi göreli yoksunluk hepsi bir araya geldiği zaman aslında büyük bir kayıp hissi, mağduriyet hissi yaratıyor. Mağduriyet hissi de öfkeye dönüşüyor. En önemli mekanizma bu. Protestolar da tartışmasız bu öfkeden çıkıyor. Öfkelenen insanlar sokağa dökülüyor. Ama esas mesele insanları ne öfkelendirir? Adaletsizliğe uğramak yönlendirir… Bu sadece cebine giren para da değil kişiye nasıl davranıldığıyla alakalı, çerçeve bu. Bu çerçeveyle de dünyanın neresinde bir protesto olsa anlayabiliyoruz. Bakacağımız yerleri bilebiliyoruz. “Neresi, nerede bu hassasiyet, katılanlar kim ve katılanlar dünyayı nasıl yorumlamışlar?” dediğim zaman görüyoruz. Fransa'da olan da bu. Fransa'da zaten süregelen bir protesto süreci vardı. Mart'ta da başlamıştı. Buradaki mesele oradaki insanlar neden öfkeli? Öncelikle bu bir ırkçılık meselesi. Çünkü çok net bir şekilde insanlar Fransız Devleti'nin herkese adil davranmadığını düşünüyorlar. Burada zaten 17 yaşında çocuğun bir polis tarafından şaibeli bir şekilde öldürülmesi ve videonun da sokağa düşmesi olay. Yani temel sebep öfke ve öfke de mağduriyetten, yoksunluktan kaynaklanan bir öfke.
“PROTESTOLAR YAYILIYOR AMA BİR YERE VARAMIYOR, BUNLAR İYİMSER RADİKAL DEĞİŞİME YOL AÇAN HAREKETLER OLMUYOR”
- Toplumsal hareketlerin doğduğu yer genelde Fransa'dır. Fransız İhtilali ve 68 olaylarını örnek alırsak bu olayların da daha global bir yansıması söz konusu olabilir mi?
- Aslında protestolar yayılıyor. 2019’da tam pandemi öncesine yayılmıştı. Hong Kong'da başlamıştı. Ardında Lübnan'a oradan başka yerlere ve Amerika Birleşik Devletleri'nde de yazın olmuştu. Protestonun yayılmak gibi özelliği var. 1968’de de bir yayılma süreci oldu. 2010 Arap Baharı ve Ukrayna’daki gösteriler de yayıldı. Yayılıyor ama bir yere varamıyor. Bunlar iyimser radikal değişime yol açan hareketler olmuyor. Buradaki en önemli konu da devletler çok sert bastırıyor. Orada güç asimetrisi var. 1968’de olduğu gibi “Biraz dinleyelim ne istiyorlarmış” demekten ziyade asayiş sorunu haline getirip polis hatta askerle üzerine gidiyorlar ve bastırıyorlar. Dolayısıyla yayılması önündeki en önemli engel de bu oluyor.
“SAHİP OLMAK VAR OLMAKLA AYNI ANLAMA GELMEYE BAŞLADIĞI İÇİN SAHİP OLAMAYANLAR DA HINÇLANIYORLAR, ÖFKELENİYORLAR”
- Tüketim toplumu oluşturmak için adeta psikolojik saldırıya dönüşen markalı ürünlerin yağmada en önemli hedef olmasının tam olarak karşılığı nedir?
- Buradaki göreli yoksunluk temel faktör. Göreli yoksunluk da neyi hak ediyorum düşüncesiyle alakalı bir şey. Maddi göreli yoksulluk. Bunda da küreselleşmenin ve tüketim toplumun çok büyük bir etkisi var. Herkese bütün markalara erişilebileceği izlenimi verildi. Bugünlerde de çok sembolik olarak gündemde olan Michael Jordan ayakkabı koleksiyonu ya da IPhone için çocuklar birbirleriyle boğaz boğaza gelebiliyorlar. Bu tür fetişler, insanda erişemiyorsam ve ona dokunamıyorsam diye iki türlü öfke yaratıyor. O öfkeyle dolaşıyor çünkü adaletsizlik olarak algılıyor. Aslında bizde de şöyle küçük bir tarama yapsak konuşmalarda bunu çok fazla görebiliriz. Niye ben bunu hak etmiyorum? Niye bu bende yok? Örneğin Instagram gibi ortamlarda insanların bir tür hasetle bu işe baktıkları görülebiliyor. Bu da öfkenin ikinci reaksiyonunu oluşturuyor. O fetiş nesnelerine saldırılıyor ister istemez. Genç insanların tüketimi önemli, özellikle 18-24 yaşlarında… Bunlara sahip olmadıkları zaman da öfkeleniyorlar çünkü değerler sistemin değişmiş olması önemli. Sahip olmak var olmakla aynı anlama gelmeye başladığı için sahip olamayanlar da hınçlanıyorlar, öfkeleniyorlar. Öfkelerini de sahip olamadıklarından çıkartıyorlar. Küresel markaların saldırıya uğramasının sebebi bu. Yoksa küresel markaların faaliyetleriyle o çocuğun öldürülmesi arasındaki bağlantıyı kurmak kolay bir şey değil. O kadar düz bir bağlantı yok. Ama onların gözünde adaletsizlik ve o adaletsizliğin nesnesi olmak var.
“BUNLAR ÇOĞUNLUKLA SİYAHİ, ARAP YA DA MELEZLER, KENTLERİN ÇEPERLERİNDE YAŞIYORLAR, DÜŞÜK GELİRLİ YA DA İŞSİZLER”
- Son olaylarda protestocuların yaşlarının çok küçülmesinin anlamı nedir?
- Olaylara kim katılmış diye bir baktığımızda 18-24 yaş ortalama ortaya çıkıyor. Bunlar çoğunlukla siyahi, Arap ya da melezler. Kentlerin çeperlerinde yaşıyorlar. Düşük gelirli ya da işsizler. Örneğin öldürülen çocuk 17 yaşında, pizzacıda çalışıyormuş ve zaman zaman da işsiz kalıyormuş. Bunlar dar gelirli olmanın da altında bir yerlerdeler, kolaylıkla işsiz kalabiliyorlar. 18-24 yaş işsizliği bütün dünyada sorun. Şimdi genç işsizlik konusuna bakınca İspanya'da, İtalya'da, Yunanistan’da yüzde 40’larda. Dolayısıyla bu yaş grubundaki gençler zaten iş piyasasında değiller. İş bulamıyorlar, bulacak kalifikasyonlara da sahip olamıyorlar. Ayrımcılığa uğruyorlar.
Bu gençlerin uğradığı ayrımcılık altı yaşındayken başlıyor. Belki ana dili olmayan bir dilde kötü bir eğitim alarak rekabetçi bir eğitim sistemine sokuluyor ve akademik başarısızlığa uğruyor. Akademik başarısızlığa uğrayınca da tercihi eğitimini bırakmak oluyor. Eğitimi olmayan bir işçi sınıfı düşünülemez. Böylece sistemin dışarıda bıraktıkları, göstericilerin çoğunluğunu oluşturuyor. Hem etnik olarak dışarıda kalmış durumdalar ve aşağılanıyorlar. Hem de maddi olarak zor durumda bulunuyorlar. Bütün bunlar bir yere geldiği zaman da çok ciddi bir öfke birikimine yol açıyor.
“BU EYLEMLERE KATILDIĞI BİLİNEN, KATILMASININ SEBEPLERİ DE BİLİNEN GENÇLERE YÖNELİK SOSYAL POLİTİKALAR GELİŞTİRİLEBİLİR”
- Yağma ve tahrip edilen binaların tazmini ile birlikte olayların nedenlerinin de yok edilmesi amacıyla yapılacak yatırımlar da olacak. Bu gelişmeler Fransa ekonomisini nasıl etkileyecek?
- Fransa'da yaşanan bu olayların ülke ekonomisine etkisi üzerine düşünmekten önce nasıl bir reaksiyon verileceğine bakmamız lazım. Burada iki tür reaksiyon söz konusu. Bu işleri kriminalize etmek, bunlar suçtur deyip polis gücüyle bastırmak. Ondan sonra da sigorta fonlarının devreye girmesi, hatta belki devlet yardımları, belki istisnalarla bir yol izlenebilir.
Bazı ekonomistlerin şu tür bir iddiası var. Bu tür olaylar ilk başta bir düşüşe yol açsa da, daha sonra toparlamayı getirir. Hatta bu devlet destekleri bir tür teşvik işlevi gördüğü için de ekonomiyi ısıtır. Macron'un bu yolu tercih etmesi muhtemel. Yani ideolojik olarak durduğu yerden bakıldığı zaman hem bu işi bir kriminal mesele olarak görüyor çoğunlukla, hem de ideolojik tercihidir. Özellikle seçimleri düşündüğü zaman bütün bunlara odaklandığı zaman iş verenden ve orta sınıftan yana olmayı tercih edecektir.
Diğer tarafta farklı bir yöntem de var. Bunu bir sosyal mesele olarak görmek, bunun sosyal sebeplerini ortadan kaldırmak. Avrupa Birliği bu konuyu önemsiyor. Avrupa Birliği çapında uygulanmakta olan bir gençlik garantisi adı verilen bir program var. Bu program Avrupa Birliği ülkelerinde çok ciddi miktarlarda para harcayarak gençlerin iş bulmalarını sağlıyor. İşsiz kalmalarını engellemeye çalışılıyor.
Geçen sene alınan bir kararla ve eskiden 24 olan yaş 30’a kadar çıkartıldı. Bunun önemli ama yetersiz olduğunu düşünenler var. Ben de onlardan biriyim çünkü burada sadece iş piyasasına geçiş ya da düzgün bir iş bulmak gibi bir tercih yapılıyor. O çocukların beklentileri, bunun yarattığı sosyolojik ya da psikolojik etkenler yok sayılıyor. Böyle bir müdahale programın daha kapsamlı olması lazım.
Ama Fransa özelinde ikinci yöntem daha uygun olur. Bu eylemlere katıldığı bilinen, katılmasının sebepleri de bilinen gençlere yönelik sosyal politikalar geliştirilebilir. Bu çalışmalar daha çok eskinin işçi sınıfının yaşadığı ama şimdi iyice gettolaşmış bu gençlerin yaşadığı banliyölerde olabilir. O çocukların akademik başarılarını sağlayacak destek programlarına geçirebilir. Ancak bu tür bir sosyal devlet aklıyla tercih yapılması pek muhtemel değil. Şunu biliyoruz ki Macron tipi liderler kısa vadeli yüksek harcamaları uzun vadeli daha düşük harcamalara tercih ediyorlar. Bu bir ideolojik ve yönetsel bakış ve müdahale yönteminde de bu tercih var. Çünkü verilen hakların kalıcı olacağını düşünüyorlar. Üstelik bahsettiğimiz kişi azınlıklara ya da farklı renklerde insanlara çok toleranslı bilinen bir kişi değil. Onları kalıcı olabilecek bir destek mümkün değil. Kendisi emeklilik yaşını da uzatmaya çalışıyordu. Onun tercihi birinci yöntem olacaktır.
“LE PEN VE MİLLİYETÇİ CEPHE EKİBİ OLAYLARI KRİMİNALİZE EDİYOR, HER KAHVERENGİ RENKLİ İNSANIN SUÇLU OLDUĞUNU SÖYLÜYORLAR, BİR TÜR HAÇLI SEFERİ BAŞLATTILAR”
- Olayların ardından Fransa’da sol sanki ikiye ayrıldı. Bu gelişmeler aşırı sağcıların ekmeğine yağ mı sürüyor?
- Yaşananların Fransa'da siyasi partilerin üzerindeki etkisi çok karmaşık diyebiliriz Öncelikle bu tür olaylar Fransızların geleneksel zenofobisini (yabancı düşmanlığı) ve din korkusunu tetiklemiş durumda. Görülüyor ki Le Pen ve milliyetçi cephe ekibi bundan istifade etmek üzere şimdiden harekete geçti. Olayları tamamen kriminalize ediyorlar. Sokakta gördükleri her kahverengi renkli insanın suçlu olduğunu söylüyorlar. Bir cadı avı, bir tür haçlı seferi başlatmış durumdalar. Bu noktada da Macron'u yetersizlikle suçluyorlar. Zaten aşırı sağın genel özelliği dışa kapanmadır ve de bu tür konulara karşı hoşgörüsüzlüğüdür. Kanun ve düzen taraftarı olmasıdır. Zaten otoriter bir partiden bahsediyoruz. Bu tür olayları -tırnak içinde söylüyorum- tamamen Fransız yüksek kültürüne karşı olarak görüyor.
Macron ister istemez rakibini takip etmek zorunda. Daha önceki protestolardaki müdahale yetersizliği yüzünden Mart’ta belli bir puan kaybı olduğu yönünde bir iddia var. Şimdi bunu da kayba dönüşmesini engellemeye çalışıyor. Onda da bir radikalleşme, bir sağcılaşma görme olasılığımız çok yüksek.
Sola ne oluyor? Fransız solunun bir kısmı -bizim müesses nizam diye tabir ettiğimiz- Mitterand’dan bugüne kadar gelen ve çok da başarılı olmadığını gördüğümüz bir beyaz sosyal demokrasi. Yani 1960 – 70’lerin kültürüyle yoğrulmuş, o dönemde bile devlete sahip çıkmış bir sosyal demokrasiden bahsediyoruz. Zaten çok başarılı değiller. Sosyal demokratların ilk reaksiyonu çoğunlukla devlete sahip çıkmak oluyor. Kanun ve düzenden yana olmak ve burada da argümanları şu, biz de sahip çıkalım devlete, biz bunu yapmazsak sağcılar yapacak. Esas motivasyonları da aşırı sağın bu sorunu kullanarak güçlenmesi engellemek. Bir de daha gençlerden oluşan radikal sol diyebileceğimiz kişilerin savunduğu politikalar daha bu işin etnik kökenine odaklanmayı, bunun ayrımcılıkla ilişkisini kurmayı, burada daha aktif politikalarla, o eşitsizlikleri gidermeyi istiyor. Bunun karşılığı var. Bunun karşılığı özellikle gençlerde var. Çünkü baktığınız zaman ayaklanmalara katılanlar esas nüvesini siyahiler, göçmenler ve de müslümanlar oluştursa da farklı toplumsal kesimlerden de destek alıyorlar. Bu görüş de karşılığını toplumsal olarak buluyor ama iktidarın temel tercihi daha muhafazakar bir görüş. Solun temel olarak ayrılmasının sebebi de sosyal demokratların devlete sahip çıkma alışkanlıklarına karşı daha yeni solun, yeni bakış açısıyla oradaki eşitsizlikleri gidermek ve gerekirse daha aktif politikalarla, sosyal politikalarla, işsizliklerin yol açtığı bu tür öfkeleri, bu tür krizleri ortadan kaldırma çabası diye düşünüyorum.
“GENÇ İŞSİZLİK ÖZELLİKLE GÜNEY ÜLKELERİNDE ÇOK FAZLA, HEMEN HEMEN BÜTÜN AKDENİZ ÜLKELERİNDE ÇOK YÜKSEK GENÇ İŞSİZLİK ORANLARI GÖRÜLÜYOR”
- Fransa’da ve komşu ülkelerde bu olayın benzerlerinin tekrarlanmaması için alınması gereken sosyolojik ve ekonomik önlemler neler olmalı? 2005’te başlayan çalışmaların yeterli olmadığı görülüyor, doğru mu?
- 2008 krizinden beri ortada olan bir sorundan bahsediyoruz. 2008 finansal krizine Avrupa Birliği iyi bir yanıt vermedi. Almanya tek başına çok başarılı olsa da Avrupa'nın genelinde Almanya'nın tetiklediği o sıkı para politikaları ve genişlemeye karşı alerji en fazla gençleri vurdu. O gençler ve işsizleşmiş sınıflar desteklerini aşırı sağ partilere -o dönemin tabiriyle- popülist partiye yönelttiler. Zamanında İngiltere'de UKIP’in , Hollanda'da aşırı sağın yükselmesi bugün AFD'nin yüzde 20’lere ulaşması bu tür bir öfkeden, hınçtan kaynaklandı. Biz buna hınç demeyi tercih ediyoruz çünkü merkezi devlet bir çözüm getirmedi. Avrupa Birliği de çözüm getirmedi. İnsanlar daha yoksul oldu. Genç işsizlik özellikle güney ülkelerinde çok fazla. Portekiz'den başlayıp Türkiye kadar uzanan bir hattaki hemen hemen bütün Akdeniz ülkelerinde çok yüksek genç işsizlik oranları görülüyor. Mesela üzerinde düşünmediğiniz Balkanlar'da genç işsizliği çok fazla. Üstelik görüldüğü üzere İspanya'da ya da diğer yerlerde solun iktidara gelmesi ve yaptıkları da tatmin edici olmadı. Dolayısıyla bir tatminsizlik söz konusu. Geçen haftalarda yapılan Yunanistan seçimlerinde Syriza’nın oy kaybetmesinin en önemli sebeplerinden biri gençlerden yeteri kadar oy alamaması. Eskiden çok fazla gençlerden oy alan bir parti gençleri sandığa götürememiş durumda. Dolayısıyla böyle bir genç öfkesinden bahsedebiliriz.
“SOSYAL DEVLETİ KÜÇÜLTMEK YERİNE ÖZELLİKLE KIRILGAN GRUPLARA YÖNELİK SOSYAL POLİTİKALAR ÜRETMEK GEREKİYOR”
- Bu duruma çözüm olarak ne önerilebilir?
- Buna karşı kapsayıcı sosyal politikaları devreye sokmak gerekiyor. Cepten harcamak gerekiyor. Şu anda içinde bulunduğumuz durum 1930’ların Amerika Birleşik Devletleri'ne oldukça benziyor diyebiliriz. Büyük Buhran sonrasındaki demokratların güttüğü politikalar sayesinde zararı çok fazla olsa da o kriz bir şekilde atlatıldı. Benzer bir şekilde bu krizde de sosyal politika tarafının güçlendirmesi gerekiyor. Sosyal devleti küçültmek yerine özellikle kırılgan gruplara yönelik sosyal politikalar üretmek gerekiyor.
Aslında bu çok mümkün değil. Pandemiden çıkmış bir dünyadan bahsediyoruz. Büyüme oranları çok yüksek değil ve buna ek olarak da enflasyonun tehdide de var. Sıkı para politikaları isteniyor. Uluslararası otoriteler, aman gevşemeyin diyorlar. Böyle bir baskı altında hele iktidarda olan partileri düşündüğümüzde genişlemeci, sosyal devleti güçlendirici güvenlik ağlarını genişletici bir politikaya geçmeleri çok kolay değil. Bunu yapabilirse tabii ki Avrupa Birliği tetikleyebilir. Avrupa Birliği fonlarıyla bu yapılabilir.
Öte yandan diğer etkenler de şunlar: Gerek Dünya Bankası gerek IMF bu tür politikaların sosyal boyutlarına çok fazla dikkat çekmeye başladı. Ana akım merkez bankacılar izledikleri politikaların sosyal sonuçları olduğunu ve bu sosyal sonuçları daha göz önünde tutarak politika tercihleri yapılması gerektiğini savundular. Böyle bir entelektüel ortam var. Yani Dünya Bankası’nın ya da Birleşmiş Milletler kurumlarının ilerici olduğunu düşünebiliriz.
Bunun yerel politikada karşılığı var mı? Bu tartışılabilir. Yani en yakın örnek Almanya’da AFD’nin yükselmesi şu anda koalisyonu oluşturan partiler açısından önem taşıyor. Sosyal Demokrat Parti iktidarda olsa bile geçmişte gayet ayrımcı politikalar güttüğünü o iddiaların sürdüğünü gördük. Bir de göçmen meselesi var. Bütün bu olaylar ister istemez göçmenlerle, mültecilerle ilişkilendiriliyor. En son toplantıda çıkan karar kişi başı 20 bin euro verelim ve gönderelim gibi bir parasallaştırmaya dönüştü. Burada mesele para değil. Daha iyi bir hayat yaşamak için ya da kendi ülkesinde yaşayamadığı için başka bir ülkeye gitmeye çalışan insanı geriye gönderip kabul eden ülkeyi de 20 bin euro vererek bir çözüm üretemiyorsunuz. Sadece tam tarifiyle Meksika sınırına duvar örüyorsunuz. Nasıl Trump Meksika sınırına duvar örerek göçü durduracağını düşündüyse şu anda da Avrupa Birliği'ndeki egemen kültür ya da ülkelerdeki egemen kültür, o duvarı inşa edelim düşüncesinde. Ama sorun yerinde duracak. Aynısını da kendi ülkeleri içerisinde belki de Paris'in etrafına bir duvar örmeyi düşünebilirler, banliyöden kimse gelip bu tür şeyler yapmasın diye. Ama yapılması gereken bu değil…
“TİKTOK’TA NAHEL M.’İN YAPAY ZEKAYLA CANLANDIRILDIĞI BİR VİDEO MİLYONLARCA KEZ İZLENDİ, VURULMA ANI VİDEOSU SOSYAL MEDYADA ‘VİRAL’ OLDU”
- Son olaylarda sosyal medyanın etkisi katkı mı tehlike mi olarak görülmeli?
-Sosyal medyanın bu tür protesto hareketleri üzerindeki etkisini çok iyi biliyoruz, Arap Baharı’ndan, Gezi Hareketi’nden beri sosyal medya alevi yayan bir işlev görüyor. Kısmen yalan yanlış haberlerin de yayılmasına araç olsa da sosyal medya hem bilginin hem de duyguların geniş kitlelere yayılmasında çok işlevsel. Arap Baharı sonrasında sosyal medyanın katılımın organize edilmesinin maliyetini azaltan bir tür işlevi olduğu söylenmişti, ancak şu anda daha çok duyguların, çoğunlukla da öfke, korku ve benzeri olumsuz duyguların yayılmasına yarıyor. Fransa’da da benzer bir durumu gözlemledik. Hem göstericiler bu tür platformlar üzerinden örgütlenebildiler, hem de öfkelerini daha geniş kesimlerle paylaşabildiler. Mesele TikTok’ta Nahel M.’in yapay zekayla canlandırıldığı bir video milyonlarca kez izlenmiş durumda. Keza, Nahel M.’in vurulma anını gösteren video da sosyal medyada “viral” olmuştu. Bu tür görsel tetikleyiciler insanları öfkelendiriyor ve sokağa inmelerini kolaylaştırıyor. Sosyal medyanın olmadığı bir protesto hareketi düşünülemez durumda.
Büyükelçi Uluç Özülker’den Fransa’yı yakan ‘genç öfke’ye çarpıcı bakış
ÖTV'de zam sinyali var mı, araç krizinin sırrı ne? Levent Köprülü anlatıyor
Kurban neden pahalı? Şok yanıt Tarım Ekonomisti Ahmet Atay’dan
Pistlerin cesur Türk kızı Tüfekçioğlu motosikletin sırlarını anlatıyor
Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu: Ortodoks politikalara dönüş sinyali var
‘Ekonomi Doktoru’ Hikmet Baydar, Türk ekonomisinin nabzını tuttu
Finansingundemi.com’da yer alan bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti; aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Burada yer alan bilgiler, güvenilir olduğuna inanılan halka açık kaynaklardan elde edilmiş olup bu kaynaklardaki bilgilerin hata ve eksikliğinden ve ticari amaçlı işlemlerde kullanılmasından doğabilecek zararlardan www.finansingundemi.com ve yöneticileri hiçbir şekilde sorumluluk kabul etmemektedir. Burada yer alan görüş ve düşüncelerin www.finansingundemi.com ve yönetimi için hiçbir bağlayıcılığı yoktur. BİST isim ve logosu “koruma marka belgesi” altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BİST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BİST’e ait olup, tekrar yayınlanamaz.