Ekstra karlar sorunlu kredilere gidecek
Bankalar Birliği Başkanı ve İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince, bankaların bu yıl elde ettikleri "ekstra karlar"ın önümüzdeki yıl büyük ölçüde sorunlu krediler karşılıklarına gideceğini belirtirken, "Bu karları görüp de bankalar çok kar etti, hissedarlarına dağıtacaklar diye kimse zannetmesin"...
Ersin Özince, bu karların çok önemli bölümünün sermaye yapılarının güçlenmesine gideceğini kaydetti.
Yaşanan krizden sonra tüm dünyada "reel sektör konsolidasyonu"nun hızlandığını, Avrupa'dan bize doğru da geldiğinin altını çizen Ersin Özince, daha önce bankacılıkta yaşanan konsolidasyonun reel sektörde de yaşanacağını, bunun Türkiye için iyi olacağını söyledi.
Mevduat bankası lisansı almak için taleplerin yeniden arttığını hatırlattığımda ise Özince, yeni lisans tahsislerine sıcak bakmadığını, geçmişte bu tür örneklerin getirdiği sıkıntıları hep birlikte yaşadığımızı kaydederken, "Yeni lisans tahsisi ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum" dedi.
IMF ile anlaşma ihtiyacı konusunda zaman zaman farklı düşüncelere sahip olduğunu kaydeden Ersin Özince, şimdi gelinen aşamada ise "IMF'den alacağımız kaynağı ne yapacağız, acaba biz kazara alırsak acaba benim çocuklarımın ödemesi açısından uygun alanlara harcar mıyız o gücü, uygun şekilde kullanır mıyız kaygısı içindeyim" şeklinde konuştu.
Siz daha yeni uluslararası bankacılık toplantılarından geldiniz. Bankacılar bundan sonrasını nasıl görüyor, ne düşünüyorlar?
Hiç kimse bir şey görmüyor. Benim anlayabildiğim kadarıyla özellikle finans dünyasındaki kriz bitmiş değildir. Konuyu bizim 2001 krizinden örnekleyecek olursak, şu anda 2001 hatta 2002 yaşanıyor, ortalık hala toz duman. Henüz reel sektöre etkilerinin ne olacağı belli değil. Hatırlarsanız, biz 2001 krizinde önce para piyasasıyla ilgili riskleri yemiştik, sonra tahvil piyasası ve sermaye piyasasıyla ilgili riskleri yedik. Binlerle faizler vs vs... Arkasından da reel sektör krizini yedik.
Reel sektör krizini biz kendi ülkemizin politikalarıyla yendik. Çünkü bu krizi yaşamakta olan gelişmiş ülkelerde hem bu var hem de durgunluğun getirdiği reel sektör problemleri var. Yani konu gayet basit: Geçen hafta Gemlik'teydik, limanda geçen yılki kadar otomobil ihraç oluyor. "Nereye gidiyor" diye sordum, Afrika'ya filan gitmiyor, otomobiller Avrupa'ya gidiyor. Yani Renault ve Fiat otolar Avrupa'ya gidiyorsa, Avrupa'daki oto fabrikaları ne yapıyor? O zaman büyük ihtimalle kriz onları daha çok vurdu. Bana göre artık bu krizde istediği kadar işsizlik olsun, Avrupa'da katma değeri düşük olan hiçbir sınai faaliyeti sermayelendirecek, arkasında duracak yatırımcı kalmamıştır, bana göre kalanlar da burada temizlenir. Bunun bankacılık sektörüne etkileri ne olacak, soru işareti. İstihdama etkileri ne olacak, net değil. İşte buyurun yeni grip; İspanya en zor etkilenen ülkelerden bir tanesiydi, son bankalar toplantısında da gördüm, sanayinin yanı sıra şimdi, örneğin İspanya gibi ülkeler turizmden de olumsuz etkilenecek. Özetle; kriz konusu hala son derece gri ve bankacılık sektörü, Avrupa bankacılık sektörü veya uluslararası bankalar, büyük bankalar dahi, nasıl özel olacaklarını dahi düşünemiyorlar. Tam bir keşmekeş ve panik havası sürüyor.
Biz de etkilenmedik diyoruz ama hiç mi etkilenmedik acaba?
Bankacılık sektörü, mesela bütün zamanların en büyük sorunlu kredi adetleriyle karşılaştı. Ve bunların da yönetilmesinde büyük zorluklar oldu, eski yıllarda 100 tane müşteride sorunlu kredi yaşıyordunuz, işte onları İstanbul yaklaşımı yapıyordunuz. Bu sefer 100 binlerce müşteride, bireysel ve perakende ticari krediler yüzünden sıkıntı ortaya çıktı ve baktık ki aslında bunlara uygun bir altyapımız yok. Nedir altyapı? İşte bu sorunları, işleri halledecek, ne takip sistemi var ne hukuk sistemi. Bunları işleme tabii tutacak piyasalarımız yok, aletimiz yok. Destek şirketlerimiz yeni. Yeterli kapasitede hastanemiz yok. Halbuki o bile bambaşka türlü bir endüstri.
Bu yeni sıkıntılara çözüm için uyum sağlanabiliyor mu?
Sağlanıyor ama bu olayda şunu gördük ki finans sektörünün destek alanlarının da iyi düzenlenmesi lazım. Potansiyel potansiyel dediğiniz bir ülkede, siz o potansiyeli sağlıklı iktisadi ve sosyal faaliyete yönlendireceğiniz düzenlemeleri yapmazsanız, sonunda en masum faaliyet dahi kaos oluyor. Bir futbol maçında insanların panikle birbirini ezmesi gibi... Siz en sosyal olayı bile en anarşik ortam çıkacak düzeyde iyi düzenlemezseniz, kıyamet kopuyor ve dolayısıyla sorunlu kredilerle de çok yakınmalar oldu, kredi kartlarıyla ilgili vs. Bunların tamamı bankacılık sektöründen kaynaklanmıyor. Çoğu, ülkemizdeki altyapı eksikliklerinden, başta hukuk olmak üzere, takip mevzuatı olmak üzere... Bundan sonra sorunlu kredi hadisesinde ben, belki reel sektör-ticari kredilerde de biraz etkilenme bekliyorum. Çünkü netice itibariyle reel sektör konsolidasyonu dünyada hızlanmıştır. Avrupa'dan bize doğru gelmektedir. Çok kötü bir şey olduğunu da düşünmüyorum. Türk reel sektörünü de aynen bankacılık sektöründe yaşadığımız gibi daha da güçlendirecek bu süreç.
Özetle reel sektör de kendine çeki düzen verecek...
Yani küçük olsun bizim olsun mantığından bizi, Türkiye'yi kendi ülkesinde de yöresinde de daha güvenilir iş yapacak daha güvenilir, istihdam sağlayacak müesseselerle donatacaktır. Dolayısıyla önümüzdeki dönemlerde belki sorunlu krediler konusu sadece perakende kredilerde değil, biraz da ticarilerde de söz konusu olabilir. Ama bankacılık sektörünün genel itibariyle hazırlıklı olduğunu düşünüyorum. Tabii bankadan bankaya fark edebilir. Onun da önlemini zaten otorite alır. Ama sorunlar bitmedi, bankacılık sektörünün de bir eli yağda, bir eli balda değil. Bugün sorunlu kredi hadisemiz çok büyüktür. Faiz oranlarının düşüşü nedeniyle ettiğimiz ekstra karlılıklar çok önemli ölçüde sorunlu kredi karşılığına gidecektir. Bu karları görüp de bankalar çok kar etti, hissedarlarına dağıtacaklar diye kimse zannetmesin. Ne banka hissedarları aşırı ümitlensin, ne hissesi olmayanlar haset duygusu taşısın. Türk bankacılık sektöründeki bu karların çok önemli bölümü sermaye yapılarının güçlenmesine gidecektir.
Bu sıkıntılı dönemde mevduat lisansı için yeni talepleri nasıl karşılıyorsunuz?
Sektöre katılım konusunda şu sırada yabancı yatırımcı iştahı olduğunu düşünmüyorum. Sektör içinde muhtelif tekil talepler olabilir. Fakat ben şu anda dahi bu iktisadi ortamda mevcut sektör üyelerinin büyüme sorunları olacağı için, yeni lisans, katılım vs yeni bir şey olabileceğini düşünmüyorum. Özellikle İstanbul Finans Merkezi savını öne sürdüğümüz bir ortamda, Türkiye Cumhuriyeti çok dikkatli davranmak durumundadır, atacağımız her adım artık uluslararası boyutta olmak durumunda. Bu konuda gelişmiş ülkeler nasıl hareket ediyorsa, iyi örnekler nasıl hareket ediyorsa biz öyle hareket ederiz. Ben lisans tahsisleri konusuna şahsen sıcak bakmıyorum. Böyle bir ihtiyaç olduğunu da düşünmüyorum. Ayrıca mevcut bankaların hatta aracı kurumların ve katılım bankalarının "bir gül hakkı" olduğunu düşünüyorum. Bir gül hakkı onların bir peştemaliyesinin olduğunu düşünüyorum. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının da böyle bir ihtiyacı yok.
Hazine kağıtlarından yapılan karda sona gelindi ve bundan sonra kredi verme konusunda yarışın hızlanması bekleniyor. Bu yarış sektöre zarar verecek boyutlara ulaşır mı?
Hayır, daha doğrusu şöyle; risk yönetimi ve sermaye kuralları bankacılıkta rekabeti bir tehdit değil, bir tedbir tarzında gündeme getirebilir. Yani mevcut kurallarda bankaların birbirlerini zedelemeleri mümkün değildir. Rekabete ayak uyduramayan yok olmaz, bu işi yapmaz, o da gider, başka iş yapar. Bu, zaten böyle olmak durumundadır, böyle olmaması yanlıştır. Dolayısıyla düşük faiz ortamında ben böyle bir tehlike görmüyorum. Tabii düşük faiz ortamından dolayı, bazı bankalarımız bazı alanlardaki faaliyetlerini azaltabilirler. Örneğin İş Bankası'nı alalım. İş Bankası'nın Hazine ihraçlarıyla veya Türkiye'deki ciddi sermaye piyasası ihraçlarıyla ilgilenmeme diye bir lüksü olamaz. Faizi düşük de olsa, yüksek de olsa belli miktarda pazar payını hiç tereddütsüz korur. Bakın piyasa yapıcılığından falan bahsetmiyorum. Bizim orada öteden beri bir payımız vardır. Yüzde 10 ila 15 arasında olduğunu hatırladığım bu, Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkardığı Türk Lirası ve döviz tüm kağıtlarda mutlaka bir pay sahibi olmak isteriz. Bu, reel sektörün talebiyle ilgili değildir. Bizim yapmamız gereken işlerden bir diğeridir. Türkiye Cumhuriyeti'nin bir bankacılık kuruluşu, Türk devlet riskiyle ilgili bir politika geliştirmezse olmaz. Reel sektörle çelişen bir ihtiyaç ve yönü de yoktur. Bankacılık olmadığını falan söylemek de abestir. Bu da bankacılığın ta kendisidir. Dolayısıyla İş Bankası özelinde faizi düşse dahi, bizim pozisyonlarımız sürer. Ancak pozisyonların plasman iştahı açısından daha da artırılması yolundaki bir şey tabii ki işaret ettiğiniz nedenlerle azalsa gerek. Fakat burada da kredi talebinin zayıflığı gündeme geliyor. Kredi talebi zayıf olduğu için zaten, faize piyasa bu nedenle daha çabuk ayak uydurmuştur. Daha doğrusu faiz iç piyasaya ayak uydurmuştur. Hepimizin malumu, bu faiz marjları, bu reel faiz birçok yabancı yatırımcı açısından cazibesini azalttığı için yabancı yatırımcılar bir tek son günlerde gördüğümüz hızlı hareketlerde değil, onun dışında da yabancı yatırımcı yatırım miktarı azalmıştır. Reel sektör finansman ihtiyacı ekonomideki gelişmeyle gündeme gelmedikçe, ben dengede büyük bir farklılık olacağını düşünmüyorum. Nitekim bankaların konut kredilerindeki ultra düşük olduğunu düşündüğüm faizleri dahi iştahı artırmıyor. Yani ekonominin gelişmesi için faizden daha iyi unsurlara ihtiyaç olduğu anlaşılıyor. Bu ihtiyacı borçlu bir ülke nasıl karşılamalı konusunda da kafam karışık.
Burada IMF konusu gündeme geliyor...
IMF'ye geleyim... Ben IMF ile ilgili önce olmalı diye düşünüyordum. Sonra cesaretim arttıkça olmasa da olur diye düşünüyorum. Şimdi de "IMF den alacağımız kaynağı ne yapacağız, acaba biz kazara alırsak benim çocuklarımın ödemesi açısından uygun alanlara harcar mıyız o gücü, uygun şekilde kullanır mıyız" kaygısı içindeyim. Yani dolayısıyla biz gerek reel sektörümüz, gerek bireylerimiz, gerekse devletimiz "ayağını yorganına göre uzat" prensibinden uzaklaşmamalıdır.
İstanbul Finans Merkezi işine gerçekten inanıyor musunuz?
Türk ekonomisi açısından İstanbul Finans Merkezi en ciddi çaba haline getirilebilir, getirilmek durumunda. Uluslararası Para Fonu-Dünya Bankası toplantıları sırasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti bütün dünyanın önüne bu taahhütle çıktı. Taahhüt nedir? İstanbul'un finans merkezi yapılması mı? Hayır, İstanbul'un tercih edilen finansal bir merkez olması için çok kapsamlı reformlar yapılması lazım. 3 Ekim tarihli Resmi Gazete'de, 29 Eylül tarihli bakanlar kurulu kararı yayımlandı. Biz kararname hazırlanana kadar devletin ilgili kuruluşlarıyla beraber birçok sivil toplum örgütü ile birlikte 3-4 yıl bu işin üzerinde çalıştık. Yeterince düşünüldü bu konu. Bu, aslında Türkiye Cumhuriyeti'nin de liberal politikalarıyla en güzel gelişecektir. Şimdi AB'ye üye oluruz olmayız, ayrı mesele. Ama İstanbul kendi insanları açısında da yöresindeki insanlar açısında da ekonomik aktivitelerinin, finansal aktivitelerinin yapılması açısından bir merkez haline getirilebilir, neden getirilebilir? Bugün yaşanan yıkımlar öyle büyük tereddüt yarattı ki, bugün parası olan ülkeler bile paralarının artık bir kısmını nasıl 11 Eylül'den sonra ABD'yi eğitim faaliyetlerinde dahi tercih etmeyenler ortaya çıktıysa, aynı şey ABD için de New York için de Londra için de var. İstanbul'u da biz buna alternatif olarak görmüyoruz. İstanbul'u bu gibi merkezlere komplimanter olur diye düşünüyoruz, ama bu arada bizim açımızdan en önemli husus, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının müreffeh geleceği için finans kapital ilişkilerini Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin doğru düzgün ve şeffaf yapılandırması gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin yurttaşlarının bu kayıt dışı belalarından kurtulması gerekiyor. Mutlaka vergi reformlarının yapılması gerekiyor. Türkiye'nin vergisini ödeyenlerin cenneti olması gerekiyor. Ama vergisini ödeyenlerin cenneti ve dünyanın her yerinden özellikle bizim yöremizdeki siyasi çatışmalarında ortasında İstanbul nasıl bir cazibe merkeziyse, bugün nasıl bir ulaşım merkezi halini aldıysa finans merkezi olması mümkün. Bunu doğru düzgün regüle edecek kuralları bir an önce ortaya koymalıyız ve ulusça başta da ekonomi camiası olmak üzere, buna ekonomi basını, akademisyen ortamı, işadamı örgütleri, İstanbul finans merkezi olacak para ve sermaye piyasasıyla, biz bundan yararlanacağız. Biz bunun içinde gezineceğiz diye, bunu kafaya takıp, takip etmeli, katkıda bulunmalılar. Resmi Gazete'de yayımlanan metni de bütün iş sahiplerinin alıp masalarının üzerinde, biz bu işin neresindeyiz diye takip etmesi lazım. Bu ham bir hayal değil. Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasi ve iktisadi politikaları üzerinde gelecekte en önemli çıpa olacak konulardan bir tanesidir.ERDAL SAĞLAM - REFERANS