BANKA HİSSELERİ
Hisse Fiyat Değişim(%) Piyasa Değeri
AKBNK 69,85 -2,92 363.220.000.000,00
ALBRK 7,92 -1,86 19.800.000.000,00
GARAN 141,20 -0,77 593.040.000.000,00
HALKB 37,06 -1,12 266.267.874.236,52
ICBCT 13,38 0,38 11.506.800.000,00
ISCTR 13,72 -1,22 342.999.588.400,00
SKBNK 7,79 0,13 19.475.000.000,00
TSKB 12,80 -0,31 35.840.000.000,00
VAKBN 29,88 -3,36 296.287.735.107,24
YKBNK 35,94 -2,18 303.587.023.146,96

E-posta listemize kayıt olun, en son haberler adresinize gelsin.

Ana SayfaBankacılıkBankalar artık KOBİ'lere odaklanmalı----

Bankalar artık KOBİ'lere odaklanmalı

Bankalar artık KOBİ'lere odaklanmalı
09 Kasım 2009 - 06:16 www.finansingundemi.com

Vaıfbank Genel Müdürü Bilal Karaman, daralan kar marjlarının önümüzdeki dönem bankacılıkta risk yönetimini daha da ön plana çıkaracağını ifade etti.

Referans/ Erdal Sağlam Vakıfbank Genel Müdürü Bilal Karaman faizlerin yükseliş eğilimine girmesi halinde bankaların değişken faizli tahvillere olan talebinin daha da artabileceğini kaydederek "Bu durumda bankaların Hazine'den değişken faizli tahvile ağırlık vermesini talep etmelerinin de doğal olduğunu" ifade etti. Son alınan sendikasyon kredilerinin geçmişe kıyasla daha kolay olduğunu hatırlatan Karaman, "Bu durum finansman ihtiyacına yönelik risklerin zayıfladığını ve Türkiye'nin IMF'siz de borçlarını çevirebileceğini göstermektedir" dedi. Karaman, kamu harcamalarının arttığı böyle bir dönemde IMF'den gelebilecek bir kaynağın, bütçenin finansman ihtiyacına yardımcı olacağını düşündüklerini de söyledi. Türkiye'nin önümüzdeki dönemde büyümesine tekrar ivme kazandırmak için yeni stratejiler geliştirmesi gerekeceğini kaydeden Karaman, daralan kar marjlarının önümüzdeki dönem bankacılıkta risk yönetimini daha da ön plana çıkaracağını ifade etti. Vakıfbank Genel Müdürü Bilal Karaman Referans'ın sorularını şöyle yanıtladı: Türkiye ekonomisinde krizden çıkışta ağır bir canlanma temposu izleniyor. Önümüzdeki yıl, baz etkisi nedeniyle büyüme oranlarının artması bekleniyor. Rakamlardaki artış yeterli olacak mı, yoksa üretim seviyesinin artırılması için sizce ek önlemlere ihtiyaç olacak mı? 2002'den itibaren aralıksız büyüyen Türkiye ekonomisi ABD kaynaklı finansal krizin 2008'de derinleşmesi ile 2008 Eylül ayında Lehman Brothers'ın iflası sonrasında global piyasalara paralel olarak küçülmüştür. Yaşanan bu daralma sizin de belirttiğiniz gibi önümüzdeki dönemde olumlu baz etkisi yaratarak büyüme oranlarının artmasına neden olacaktır. Dolayısıyla büyümedeki canlanmanın, daha çok baz etkisi nedeniyle gerçekleşeceği değerlendirildiğinde, önümüzdeki dönemde üretimi artıracak ek önlemler alınması ekonominin toparlanmasına destek olacaktır. Türkiye'nin önümüzdeki dönemde büyümesinin tekrar ivme kazanabilmesi için yeni stratejilerin geliştirilmesi gerekecektir. Bu bağlamda, ihracatın daha da geliştirilmesi amacıyla yeni hedef ülkeler belirlenmesi, bu ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesi, dünya çapında ihracatımızın payının artırılmasında önemli rol oynayacaktır. Ayrıca son dönemlerde görülen (Brezilya-Çin arasında yapılan anlaşma gibi) iki ülke arasında kendi para birimleri cinsinden ticaret yapabilme olanaklarının sağlanması ihracatımızın artırılmasında olumlu katlı yapacaktır. Bunlara ek olarak, bölgesel gelişmişliklerin azaltılmasında bankacılık sektörünün aktif rol oynayarak bu bölgelerin gelişmesinde büyük katkı yapacağını düşünmekteyiz. Hazine faizlerinin artık dibe yaklaşması, bankaları yeni plasman alanlarına yönlendiriyor. Sizce Hazine tahvil-bono ihracında nasıl bir faiz seyri izlenecek, endeksli kağıt ihracı ne kadar artabilir? Kamu borçlanmasında, ek kaynak bulunmadığı takdirde, faiz cazibesi azalacağı için bir sıkıntı olabilir mi? Merkez Bankası'nın 2008 Kasım ayında başladığı faiz indirim sürecinde, gelişmekte olan ülkelere paralel olarak Türkiye piyasalarına ilişkin risk algılamalarının bozulmamasının da etkisiyle TL piyasa faiz oranları da gerileme eğilimine girmiştir. Son dönemde küresel risk iştahındaki artışın etkisiyle tahvil bono piyasası faizleri yüzde 8'in altına gerilemiştir. Bu durum, Hazine tahvillerine olan ilginin arttığının bir göstergesidir. Nitekim, 2009 yılında gerçekleştirilen tahvil ihalelerine rekor düzeyde talep gelmesi, Hazine'nin öngörülerinin çok üzerinde borçlanabilme imkanı bulunduğunu göstermektedir. Dolayısıyla Hazine tahvil faizlerindeki gerilemenin, Hazine'nin borçlanma imkanlarına şimdiye kadar olumsuz bir etkisi olduğu söylenemez. TL faizlerinin son dönemde tarihi düşük seviyelere gerilemiş olması, bankaların faizlerin tekrar yükselmesi ve enflasyonda artış yaşanması ihtimaline karşı ihtiyatlı davranarak TÜFE'ye endeksli tahvillere olan taleplerini artırmalarına yol açmıştır. Faizlerin yükseliş eğilimine girmesi halinde bankaların değişken faizli tahvillere olan talebini daha da artırabilecektir. Bu durumda, bankaların Hazine'den değişken faizli tahvil ihalelerine ağırlık vermesini talep etmeleri doğaldır. Ekonominin yavaşlama sürecinde bulunması ve mevcut krizin küresel nitelikte olması nedeniyle krizden çıkışın 2001 krizine kıyasla daha yavaş gerçekleşmesi beklenmektedir. Bu nedenle krizden çıkış sürecinde reel sektörün kredi talebinin yavaş artması ve kredilerin geri ödenmesinde yaşanan sıkıntıların kademeli olarak azalması söz konusu olabilir. Bu bağlamda, yurtdışı finansman imkanlarının da artmasıyla kredilerde yaşanacak kademeli artışın yanında, riski düşük Hazine tahvillerine olan talebin devam edeceği düşüncesindeyiz. Bu çerçevede, Hazine'nin iç piyasadan kaynak sağlama imkanının azalması ihtimalinin düşük olduğunu düşünüyoruz. Bankalar, Hazine kağıtları yerine, bundan sonra plasman ağırlığını kredi kullandırmaya ne kadar verebilirler? Zaten güçlü olan reel sektör firmaları kredi temin edemiyor mu? Bankaların kredilerde aşırı rekabete girmesi beklenmeli mi, böyle bir eğilim ileriye dönük olarak bankalarda ve sektörde sıkıntı yaratmaz mı? Reel sektörün üretim faaliyetlerinin, yurtiçi ve yurtdışı talep daralmasına bağlı olarak yavaşlaması sebebiyle, kullandıkları kredileri geri ödemekte yaşadıkları güçlükler, bankaların kredi plasmanlarını artırmalarının önündeki en büyük engeldi. Ekonomideki toparlanma belirginleştikçe bu sorunun giderek azalacağını ve yurtdışı piyasalardaki toparlanmanın da etkisiyle reel sektörün kredi imkanlarının giderek artacağını düşünüyoruz. Güçlü olan reel sektör firmaları kredi temininde daha avantajlı oldukları için bu segmentte sektörde yoğun rekabet yaşanmaktadır. Bu rekabet kredilerin kar marjı üzerinde baskı oluşturmakta ve bunun doğal sonucu olarak marjlar daralmaktadır. Ancak bu tür krediler kar marjını düşürmesine karşılık aktif kalitesini olumlu etkilemekte ve yan ürün kullanımını beraberinde getirdiğinden ürün çeşitliliği oluşturularak, ilave gelirler elde edilebilmektedir. Böyle bir ortamda ekonominin uzun vadede istikrarlı büyüme performansına sahip olması açısından vazgeçilmez olan KOBİ'lerin finansman imkanlarının artırılması amacıyla hayata geçirilen Kredi Garanti Fonu büyük öneme sahiptir. Bankaların KOBİ'lere kredi kullandırırken daha rahat hareket etmelerini sağlayacak olan bu uygulama piyasaya canlılık getirecektir. Riskin azalmasıyla birlikte yaşanacak canlanmanın kredi piyasasına ve sektöre olumsuz bir etkisi olmayacağı görüşündeyiz. IMF ile anlaşma yapılması ve yüklü bir dış kaynak temini, Türkiye ekonomisi ve bankacılık sektörünü nasıl etkiler? Anlaşma olmadığı takdirde sadece Orta Vadeli Program (OVP) ekonomide güvenin sağlanması için sizce yeterli olur mu? Yaşadığımız küresel kriz doğal olarak ekonominin ana lokomotifi olan reel sektörün hızla küçülmesine yol açmış, bu yüzden ekonominin daha derin bir resesyona girmesini önlemek için kamu, tüm dünyada olduğu gibi harcamalarını artırmıştır. Aynı anda ekonominin daralması sonucu vergi gelirlerindeki azalışa bağlı olarak bütçe gelirlerinin azalması, bütçe açığını artıran diğer bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslında yapılmış bu kamu harcamalarındaki artış ekonomimizin daha derin bir krize girmesini engellemiştir. Bu nedenle kamu harcamalarının arttığı böyle bir dönemde IMF'den gelebilecek bir kaynağın; bütçenin finansman ihtiyacına yardımcı olacağını düşünüyoruz. Zaten şu anda yaşanan ortamda dünyadaki tüm ülkelerde bütçe açıklarının gayri safi yurtiçi hasılaya (GSYH) oranlarının yüzde 10'ların üzerine çıkmasına karşın Türkiye'de bütçe açığı ağustos itibariyle yüzde 3,5 seviyelerinde gerçekleşmiştir. Bu oranın yıl sonu itibariyle de yüzde 6,6'ya çıkacağının öngörülmesi Türkiye'nin bütçe açığında yaşayabileceği sıkıntının zayıf olduğunun bir göstergesidir. Bu nedenle anlaşma olmadığı takdirde bile, krizin en kötü günlerinin IMF'siz atlatıldığı ve krizin etkilerinin hafiflemeye başlamasıyla sermaye girişinin yeniden artmaya başlayacağı da dikkate alındığında güçlü temellere oturan Orta Vadeli Program (OVP) da tek başına yeterli olacaktır. Özellikle önümüzdeki süreçte Mali Kural uygulamasına geçilecek olması ve bu bağlamda kamu faiz dışı harcamalarının ve genel devlet harcamalarının GSYH'ye oranının düşürülmesinin amaçlanması, enflasyon ve faiz oranları üzerinde bir risk unsuru oluşturan kamu harcamalarının kontrol altına alınacağını teyit etmiştir. Eğer bu programda belirtildiği gibi mali disiplin sağlanabilirse hem bütçe açıkları azalacak hem de banka kredilerinin özel sektöre aktarılmasıyla büyüme gerçekleşebilecektir. Tabii ki IMF ile yapılacak bir anlaşmanın Türkiye'nin büyüme sürecine yapacağı olumlu katkı da göz ardı edilmemelidir. Bankacılık sektörünün önündeki muhtemel riskler neler olabilir? Sektörün ve tek tek bankaların risk analizinde hangi unsurlar öne çıkacak? 2010 yılı, bankacılık sektöründe yeni yönelimlerin, yeni arayışların görüleceği bir yıl olacaktır. Özellikle TCMB'nin faiz indirimleri sonrasında sektördeki faiz marjların daralması önümüzdeki dönemde sektörün daha nitelikli hizmet sunma çabasını artıracaktır. Küresel krizden reel sektörün etkilenmesi, bankaların 2008 yılının başında yüzde 3 seviyelerinde olan takipteki alacaklarının nakdi kredilere oranının Ağustos 2009 itibariyle yüzde 5,24'e kadar yükselmesine ve böylece bankaların risk priminin artmasına neden olmuştur. 2010 içinde takipteki alacakların nakdi kredilere oranının dünya ekonomileriyle birlikte Türkiye'nin de krizden çıkmasının etkisiyle tedrici olarak gerilemesini bekliyoruz. Geri dönmeyen kredilerin azalmasıyla beraber, halihazırdaki risk primi de düşmeye başlayacaktır. Faiz indirimleri sonucu gelmiş olduğumuz düşük faiz ortamına bağlı olarak kar majlarının daraldığı bir ortamda bankacılık sektörünün teknolojik altyapı imkanlarını geliştirerek daha etkin ve verimli hizmet sunma yönünde stratejiler oluşturması ve etkin maliyet kontrolü sistemlerini geliştirmeye devam etmesi beklenmelidir. Daralan kar marjları bankacılıkta risk yönetimini daha da ön plana çıkartacak olup risk odaklı ve tabana yaygın müşteri portföyüyle çalışılması kaçınılmaz olacaktır. Bu kapsamda ekonominin can damarı konumunda küçük ve orta ölçekli reel sektör firmalarına odaklanılması ve kredi hacmi içerisindeki paylarının artırılması beklenmektedir. KARAMAN'A GÖRE EN CİDDİ 5 RİSK 1* Küresel ekonomilerde en önemli risk, yaşanan bu toparlanmanın sürdürülebilir olup olmaması ve finansal piyasalarda devam eden yükselişin yerini ikinci bir dalgaya bırakıp bırakmaması. 2* Hızlı bir yükseliş yaşayan hisse senedi piyasalarında aşırı yüksek seviyelerin görülmesi yeni bir balon oluşturabileceği için global piyasalar için önemli bir risk oluşturuyor. 3* Alınan önlemlerin erken çekilmesi de toparlanma üzerinde baskı yaratacakken, önlemlerin geri çekilmesinde geç kalınması ise enflasyonist baskılara neden olabilir. 4* Güçlü reel sektör firmaları kredi temininde daha avantajlı oldukları için bu segmentte yoğun rekabet yaşanıyor. Bu rekabet kredilerin kar marjı üzerinde baskı oluşturuyor ve marjlar daralıyor. 5* Türkiye'nin büyümesine tekrar ivme kazandırmak için yeni stratejiler geliştirmesi gerekiyor, daralan kar marjları önümüzdeki dönem bankacılıkta risk yönetimini daha da ön plana çıkaracak.
ETİKETLER :
YORUMLAR (0)
:) :( ;) :D :O (6) (A) :'( :| :o) 8-) :-* (M)
DM TV YAYINDA! ABONE OL!