Yazdır

Ünlü çiftçi ailesinden İbrahim Cevher Cevheri, tarım ve hayvancılıktaki son durumu anlattı

Tarih: 29 Aralık 2025 - 09:30

‘Pestisit’ iddiasıyla geri dönen ihraç ürenler ‘kara propagan’da kurbanı mı? Dalında 1 lira olan mandalina İstanbul’da nasıl 70 lira? Hayvancılıktaki mağduriyetler neler? Tarsim’in önemi ne? Çetin sorular, dobra yanıtlar Cevheri’den...

 

VOLKAN KARSAN - FINANSINGUNDEMI.COM - KAZANDIRAN SOHBETLER

İhraç edilen tarım ürünlerinin zehirli diye iade edilmesinden yola çıkıp bir sektörel sohbet amaçladık. Ancak geleceğimiz, beslenmemiz, ekonomimiz açısından “Bir sorduk bin ah” dinledik…

Konuya yönelmemizin nedeni olan ilk sorunun karşılığında, ürünlerin iadelerinin sadece çiftçinin hatasına bağlanmaması gerektiğini öğrendik. Bir “kara propaganda” dış pazardaki rekabetin ayak oyunları olabileceği konusunda bilgiler edindik.

Kime mi sorduk?

Tarım konusunda en deneyimli isimlerden, çiftçilikte asırlık bir aile olan Cevheri ailesinin üçüncü neslinin temsilcisi 20’nci dönem DYP milletvekili İbrahim Cevher Cevheri konuğumuz oldu…

Siyaseti Demokrat Parti’de sürdüren Cevheri, günümüzün en önemli tarım sorunlarını tek tek cevapladı…

“BİZİM DENETİMLERİN YETERLİ OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM AMA SÖZÜ EDİLDİĞİ KADAR DA PESTİSİT KALINTISI OLDUĞUNU DA DÜŞÜNMÜYORUM”

- Türkiye'nin ihraç ettiği tarım ürünlerinde son zamanlarda yaşadığımız olumsuzlukları nasıl özetleyebiliriz?

- Burada en önemli konu olarak pestisit kalıntıları dediğimiz zira ilaçların bıraktığı kalıntılar meselesi var. Bir de tabii dış pazarlardaki rekabet gücümüz önemli. Bu iki açıdan bakmak lazım.

Tarımda üç grup zirai ilaç kullanılır. Bunlardan birinci grup herbisit denilen yabancı otlarla mücadele için kullanılan ilaçlar. İkinci grup Fungusit’tir. Mantarlarla, hastalıklarla mücadelede kullanılan ilaçlar. Bir de insektisit dediğimiz böceklerle ve diğer zararlı yaratıklarla, kemirici, emici yaratıklarla mücadelede kullanılan ilaçlar vardır. Bunların üçü de sonuçta toksiktir ama en kötüsü de insektisitlerdir. Yani bir sıralama yapmak gerekirse fungusitlerle herbisitler biraz daha onlara göre masumdur ama bunların hiçbirinin bitkinin üzerinde veya meyvenin üzerinde kalmaması lazım.

Bu konuda doğruyu söylemek gerekirse Tarım Bakanlığımız iyi çalışıyor. Sürekli bu ilaçlar ruhsatlandırılıyor. Zaman zaman olumsuz etkileri görülen ilaçların ruhsatı iptal ediliyor ve bu konuda Tarım Bakanlığı titiz davranıyor. İlk aşamada böyle ama ikinci aşama olan bunların kontrolü, ruhsatlandırılan ilaçlar mı yoksa ruhsatsız şu veya bu şekilde ülkeye girmiş başka ilaçlar mı kullanılıyor sorusunun cevabı: Tarım Bakanlığı'nın denetimleri yetersiz. Pestisit kalıntısı dediğimiz yani bu zirai ilaçların bıraktığı kalıntıların kontrol denetiminde de en yetkili kurum olan Tarım Bakanlığı'nın denetiminin yeterli olduğunu söyleyemeyiz.

İç piyasaya verilen ürünlerle ilgili denetimin yetersizliği vatandaşımızın sağlık problemini doğurur. Ama yurt dışına gönderilenlerle ilgili denetim yetersizliği, öncelikle o ürünün gidip oradan geri dönmesini, eğer geri dönmezse de oradaki insanların sağlığıyla ilgili problem oluşturmasına sebep olur.

Bu konuda bizim denetimlerin yeterli olduğunu düşünmüyorum. Ama sorunun başına dönersek, sözü edildiği kadar da pestisit kalıntısı olduğunu da düşünmüyorum. Bir takım ürünler de belki rekabet şartları içinde geri gönderiliyor olabilir.

“DALINDA 1 - 2 LİRAYA KESİLEN MANDALİNA NİYE İSTANBUL'DA TÜKETİCİYE 70 LİRAYA, ANKARA’DA 50 LİRAYA ULAŞIYOR?”

- Örneğin narenciyeyi ele alırsak bizim rekabet ettiğimiz ülkelerin bir kara propagandası söz konusu olabilir mi?

- Mümkün çünkü Avrupa Birliği ülkelerine gönderilen ürünlerle ilgili önemli rakiplerimiz var. İspanya, Yunanistan, Fransa gibi ülkeler zaten Avrupa Birliği üyesi olduğu için onların pazara erişimi bize göre çok daha kolay. Biz bir takım prosedürleri aşarak o pazarlara erişebiliyoruz. Orada da rakiplerimizin bir çelmelemesi olabilir diye düşünüyorum. Bu bir ihtimaldir, kuvvetli bir ihtimaldir. AB ülkeleri dışında Orta Doğu pazarı, Rusya pazarı gibi yerlere gelince, az önce saydığım rakipler oralara da girmeye çalışıyorlar. Orada da Türkiye gibi önemli bir narenciye ihracatçısına çelme takmak isteyebilirler. Kaldı ki biz son iki yıldır narenciye de gerçekten çok sıkıntılı bir süreçten geçiyoruz. Ciddi bir üretim var. Türkiye'nin iç tüketiminden katbekat fazla üretimi var. Eğer ihracat yollarında olumsuzluklarla karşılaşırsak bu ürünler içeride şişer. Nitekim bu yıl böyle bir durumla karşı karşıyayız.

Bir örneklemek gerekirse İstanbul'da sanırım 60-70 liraya yenilen mandalina, şu anda dalında fiyatı 1 lira, 2 lira. Bunun altını çizerek söylüyorum, üretici bizim kesme dediğimiz erkenci mandalinasını 1 - 2 liraya kestiriyor. İç piyasadaki tüketimin üretimin çok altında kalması sebebiyle ve dış pazarlardaki tıkanıklık sebebiyle narenciye üreticisine olumsuz bir yansıma var. Ama bir taraftan da bir başka önemli konu 1 - 2 liraya kesilen mandalina niye İstanbul'da tüketiciye 70 liraya, Ankara’da 50 liraya ulaşıyor? O da tartışılacak farklı bir başlık.

“MERSİN, ADANA VE HATAY İLLERİNDE NARENCİYEYİ KONSANTRE HALİNE GETİREN İŞLETME SAYISI ÇOK AZ”

- Bu arada fazla üretimi sanayi ürünü haline dönüştürmek mümkün mü? O şekilde bir depolama ya da değer yaratma söz konusu olabilir mi?

- Elbette ama burada yatırımcının böyle bir istek içinde olması lazım. Şu anda ben Türkiye'nin en önemli narenciye bölgelerinden, kendi yaşadığım Çukurova itibariyle söyleyebilirim, Mersin, Adana ve Hatay illerinde bu konuda çok az yatırım var. Narenciyeyi konsantre haline getiren işletme sayısı çok az. Aslında bunun en kolay depolanması, en kolay işlenme şekli bunun suyunu konsantre haline getirip, bu şekilde iç ve dış piyasalara arz etmek. O konuda çok yetersiziz. Bu konuda teşvikler verilmesi gerekir diye düşünüyorum.

“TARSİM’E HAZİNEDEN YÜZDE ELLİ PRİM DESTEĞİ KONUYOR AMA BU PRİM DESTEĞİ HAVUZA KONUYOR VE BUNUN ÜRETİCİYE YANSIDIĞI KANAATİNDE DEĞİLİM”

- Tarım son dönemde hem kuraklık, hem don gibi olağanüstü olumsuzluklarla karşılaştı. Bunun da piyasaya ve ihracata da olumsuz yansımaları oldu. Burada alınması gereken tedbirler konusunda mutlaka sizin de öneri ve görüşleriniz vardır diye düşünüyorum.

- Türkiye ve dünya ciddi bir kuraklık dönemine girdi. Bunun sebepleri tabi ayrı bir tartışma konusu. Ne yaptık da biz doğaya, atmosfer bu kadar ısındı, su kaynakları azaldı. Bu tabii bizim uzmanlık alanımızın dışındaki bir konu. Ama Türkiye’de bugün kişi başına olan su varlığı 1400-1500 metreküplere inmiş durumda. Kişi başına düşen yer altı, yer üstü suların varlığı, 2000 metreküpün altına indiğinde, siz artık su fakiri bir ülkesiniz.

2050'lere doğru 1000 metreküpe kadar ineceğine dair bir olumsuz tahmin de var. Buradan şu anlam çıkıyor, Türkiye su fakiri bir ülke. Bu kuraklığı yaşayacak, yaşamaya devam edecek.

Şu anda Çukurova'da en önemli olan Seyhan Barajı'nın, önümüzdeki dönemde yeterli suyu ovaya getiremeyeceğine dair bir takım öngörüler var. Bu anlattığım Güneydoğu Anadolu için de, GAP bölgesi için de geçerli. Bu kuraklık yaşanacak. Tarım sektörü için en önemli iki tane tabii afet, don ve doludur, bunlar da yaşanacak, olacak. Bunların çözümü nedir? Bunların çözümü sigortadır, yaygın bir tarımsal sigortadır.

Bilindiği gibi TARSİM diye bir tarım sigortaları havuzu var, bir dizi şirketin oluşturduğu bir havuz bu. İçinde de sanıyorum iki kamu sigorta şirketi var, diğerleri hep özel şirket. TARSİM’e hazineden yüzde elli prim desteği konuyor. Ama bu prim desteği havuza konuyor ve bunun üreticiye yansıdığı kanaatinde değilim. Bu yüzden üreticiler TARSİM’e biraz mesafeli duruyorlar. Bu nedenle de afete uğrayınca devletin kapısına dayanıyorlar: “Yandık, bittik, bizim zararımızı devlet karşılasın” diye. Oysa çözüm, TARSİM uygulamasının yaygınlaştırılması ve o yüzde elli sübvansiyonun havuza konulmak yerine doğrudan doğruya üreticiye ödenmesi. Üretici hangi sigorta şirketine giderse gitsin poliçeler havuzdan yapılıyor. Halbuki sigorta şirketi tam bedelini üreticiden alsın ama o yüzde elli sübvansiyon doğrudan üreticiye ödensin. Bunun tarım sigortasının yaygınlaşması bakımından ciddi bir teşvik unsuru olacağını düşünüyorum. O havuza konulan yüzde ellinin üreticiye primde yüzde elli olarak yansıtıldığı kanaatinde değiliz biz, çok daha azı yansıyor.

“TARLA ZİRAATINDA BUĞDAY, ARPA, MISIR, PAMUK GİBİ ALANLARDA FİLELEME DİYE BİR ŞEY OLMAZ, BUNA HİÇ KİMSENİN EKONOMİK GÜCÜ YETMEZ”

- Yurt dışında fileleme gibi çeşitli önlemler görüyoruz, bunlar ne derece yararlıdır, farklı önlemler söz konusu olabilir mi?

- Fileleme yapılırsa dolu için yarar sağlanabilir, ama bu ancak bahçe ziraatında küçük alanlarda yapılabilir. Tarla ziraatında buğday, arpa, mısır, pamuk gibi alanlarda fileleme diye bir şey olmaz. Buna hiç kimsenin ekonomik gücü yetmez. Bahçe bitkilerinde ve sınırlı alanlarda fileleme doluya karşı kesin bir önlemdir. Ancak bazen dolunun zerrecikleri o filenin gözeneklerinden de geçebiliyor. Ama don için böyle bir önlem bildiğim kadarıyla yok. Ayrıca fileleme çok ciddi bir maliyet, onun taşıyıcı unsurlarının ve filelerinin yapılması, o filelerin yenilenmesi üreticinin bugünü şartlarında kaldırabileceği maliyetler değil. Bu nedenle çözüm: TARSİM, TARSİM, TARSİM.


Merhum Necmettin Cevheri (1991-1993 Tarım ve Köy İşleri Bakanı)

“800 MİLYARLA 1 TRİLYON ARASINDA BİR KAYNAĞIN TARIMSAL DESTEKLERİN FİNANSMANINDA YETERLİ BİR RAKAM OLUR DİYE DÜŞÜNÜYORUM”

- Hem teoride hem de pratikte 50 yılı aşkın bir aile geleneğinden geliyorsunuz. Ayrıca da tarımın ülke yararına siyasetinde de çok kafa yormuş, önemli adımlar atmış bir aile üyesi ve kişi olarak yeni dönem için öneri, hazırlık ve araştırmalarınız var mı?

- Bir düzeltme yaparak başlayayım, tarımda benim bireysel olarak bulunuşum 50 yıl ama aile olarak nesillerden beri birkaç yüzyıl diyebiliriz. Tam başlangıç tarihini bilemem ama en az 150 yıl olduğunu söyleyebilirim. Tabii ki konu çok geniş. Sektörün belki de en önemli meselesi bana ne diye sorulursa en başta gelen tarımsal desteklemelerdir. Tarımsal desteklemelerle ilgili bazı rakamlar vermek isterim.

Şu günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçen yeni bütçe kanunu tasarısının, Ekim ayında Plan Bütçe Komisyonu'nda görüşülürken Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yıldız'ın sunumunda 2026'da tarımsal desteklere 888 milyar lira bütçeden bir kaynak ayırıldığı belirtildi. Bunun dökümü de verildi. Hemen kısaca ifade edeyim. 168 milyar tarımsal destek programlarına, 220 milyar tarımsal kredi sübvansiyonlarına, 48 milyar tarımsal KİT’lerin finansmanın müdahale alımları ve ihracat desteklerine ayrıldığı belirtildi. İki kalem daha var ki biz onun tarımsal destek olduğunu düşünmüyoruz. Bunlardan bir tanesi 190 milyar lira tarım sektörü yatırım ödenekleri, 262 milyar da tarım sektörü vergi harcamaları. Az önce ifade ettiğim 888 milyarın içinde bu iki kalem var ki bunlar tarımsal destekleme değil. Tarım sektörü vergi harcamaları tarımsal destekleme kabul edilemez. Tarım sektörü yatırım ödenekleri dediği Tarım Bakanlığı'nın veya devlet su işlerini yaptığı yatırımlarda üreticiye verilmiş tarımsal destek diye kabul edilemez. Bu iki rakamı dışarıda bırakırsak dört yüz kırk altı milyar gibi bir rakam ortaya çıkıyor.

Malumunuz bizim 2006 yılında çıkmış bir tarım kanunumuz var. Bu kanunun 21’inci maddesi tarımsal desteklemelere ayrılan kaynak, gayri safi milli hasılanın yüzde 1'inden az olamaz deniliyor. Gayri safi milli hasıla artık şu anda TÜİK tarafından bile kullanılmıyor, gayri safi yurt içi hasıla kullanılıyor. 2026 yılındaki gayri safi yurt içi hasıla tahminlerine göre bu kaynak ancak yüzde 0,5’i karşılıyor. Bu iktidar döneminde çıkartılmış bir kanundur, 2006 yılında kanunun öngördüğü, daha doğrusu emrettiği limitin ancak yarısında kalıyor. Bu fevkalade yetersizdir. O bakımdan behemehal tarımsal destekler en az gayri safi yurt içi hasılanı yüzde biri oranında verilmelidir. Hatta gayri safi yurt içi hasıla kavramı yerine daha somut bir rakam bütçe gelirlerinin belli bir yüzdesi olarak verilmelidir. Çünkü gerek gayri safi milli hasıla gerek gayri safi yurt içi hasıla, cari yılın içinde TÜİK tarafından yıl bittikten sonra açıklanabilen bir kıstasdır. Bunun yerine yılın başında belli olan bütçe gerilerinin belli bir yüzdesi alınmalıdır. Bu bir somut bir öneridir.

O da mesela yeni Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden geçen kanuna göre 16 trilyon 216 milyar lira. Yani biz kalkıp bütçe gelirlerinin belli bir yüzdesi, söz gelimi yüzde 4-5'i gibi bir rakam koyarsak bu işte 800 milyarla 1 trilyon arasında bir rakama tekabül eder ki bu da tarımsal desteklerin finansmanında yeterli bir rakam olur diye düşünüyorum.

Toparlarsak özü bu, tarım sektörünü yeniden üretebilir ayakta kalır halde tutabilmek, öncelikle kendi insanımızı, akabinde de ihracat yoluyla diğer ülkelerin insanlarını besleyebilmek için ve bu sektörün ayakta kalabilmesi için mutlaka 800 milyar - 1 trilyon lira civarında bir desteğin ilk belirtiğim üç kalem halinde aktarılmasına büyük bir ihtiyaç görüyorum.

“ÇİFTÇİYE ANLATMAK, BİLGİLENDİRMEK, YENİ TEKNOLOJİLERİ TANITMAK ÖNEMLİ AMA SONUÇTA BU YENİ TEKNOLOJİLERİ KULLANMAK BİR BÜTÇE VE FİNANSMAN İŞİ”

- Destekler dışında tarım sektörünün paydaşlarının bilinçlendirilmesi konusunda da bir gereklilik var mı?

- Muhakkak ki var ama bu da yine sonuçta desteklere dayanıyor. Daha doğrusu çiftçinin finansman gücüne dayanıyor. Zaten Tarım Bakanlığı'na bağlı il ve ilçe tarım teşkilatlarının böyle bir görevi var. Çiftçiye anlatmak, bilgilendirmek, yeni teknolojileri onlara tanıtmak gibi bir konu var. Ama sonuçta bu yeni teknolojileri kullanmak bir bütçe ve finansman işi. Az önce söylediğim gibi 1 - 2 liraya mandalina kesen üreticinin bu yıl çok ciddi bir zarara uğradığını söyleyebilirim. Bu çiftçiye istediğiniz kadar anlatın ve ikna edin, bu üreticiye gidip şu pülverizatörü kullanın, şu atomizörü kullanın, şu besleme elementlerini kullanın diye istediğiniz kadar eğitim verin. Onun bunu alacak finans gücü yoksa bu eğitimin bir anlamı kalmaz. O yüzden diyorum ki tarımsal desteklemelerle ancak bu kayıpları telafi edebiliriz. Eğitim önemli ama eğitilen çiftçinin aldığı eğitim muvacehesinde bunları uygulayabilecek finans gücüne sahip olması lazım.

“BİZİM ELİMİZDEKİ TARIMSAL SUYU ALIP VAHŞİ SULAMA ŞEKLİNDE TARLALARA SALACAK FİLAN BİR SUYUMUZ YOK, YAKIN GELECEKTE HİÇ OLMAYACAK”

- Finansman konusunu açmamız, detaylandırmamız gerekirse, neler söylemek istersiniz?

- Çok önemli bir husus bu. Çiftçinin en önemli girdilerini sayarsak, mazot, gübre, ilaç, işçilik, bir de finansman demek gerekir. Yani finansman çiftçinin en önemli girdisidir. Dış kaynak kullanımına her çiftçinin ihtiyacı vardır. Burada bir Ziraat Bankası var, bir Tarım Kredi Kooperatifi var, bir de üçüncüsü Ziraat Katılım eklendi. Yani üç tane kuruma Cumhurbaşkanı kararıyla sübvansiyonlu tarımsal kredi kullandırma imtiyazı verildi. Bu üç kurum dışında Türkiye'de hiçbir kurum sübvansiyonlu tarım kredisi kullandıramaz.

Nedir sübvansiyonlu tarım kredisi? Onu da bir açalım en azından. Bu saydığım kurumlar cari faiz üzerinden kullandırdığı krediden belli bir oranda indirim uyguluyor. Bu da genellikle yüzde 50'lere tekabül ediyor. O detaya girmek istemiyorum. Yani gerek işletme kredisi gerek yatırım kredisini yüzde 50’den yüzde 100'e kadar çıkartabiliyorsunuz. Mesela basınçlı sulama sistemleriyle ilgili kredi kullandığınızda sübvansiyon oranı yüzde 100'e çıkıyor. Bu halk içinde 0 faiz dediğimiz rakama geliyor. Bunu kullandıran kurumlar Ziraat Bankası, Ziraat Katılım ve Tarım Kredi Kooperatifleri. Bu kullandırmadan dolayı oluşan görev zararını gidiyor ve yılsonunda hazineden talep ediyor. Az önce belirttiğim tarımsal kredi, sübvansiyon destekleriyle ilgili bütçeye konulan ödenek bunun için var.

Burada bu doğru bir uygulama. Hatta basınçlı sulamada bunun yüzde yüzlere varması da çok doğru bir uygulama. Çünkü az önce bir başka soru vesilesiyle konuştuk. Türkiye su fakiri bir ülke. Bizim elimizdeki tarımsal suyu alıp vahşi sulama şeklinde tarlalara salacak filan bir suyumuz yok. Yakın gelecekte hiç olmayacak. Ayrıca şunu da hemen parantez içinde belirteyim. Ülkenin su kaynaklarının yaklaşık yüzde 75’i tarımsal sulamada kullanılıyor. Onu da artık damla damla kullanmak gerekiyor. Bunun da en gelişmişi yöntemi damla sulama bunun ekip mallarına erişim için de çiftçi sıfır faizle kullanıyor. Doğru bir iş.

Ancak bu konuda da çok ciddi bütçe sınırlamaları getirildi. Bu yıl özellikle son yayınlanan Cumhurbaşkanı kararında bu üç kuruma dendi ki,(Ziraat Bankası, Ziraat Katılım ve Tarım Kredi Kooperatiflerine)  senin kullandıracağın sübvansiyonlu krediler sebebiyle hazineden talep edeceğin görev zararı bütçedeki ödenekle sınırlıdır. Önceden bu yoktu. Önceden bu kurumlar kullandırdıkları krediler sebebiyle oluşturan zararı hazineden talep ettiklerinde, “valla benim bütçedeki ödeneğim bitti, ben sana bunu vermiyorum” denmiyordu. Ama bu yıl diyecek. 2026 için ciddi bir problemdir. Şimdi diyebilirsiniz ki bütçe disiplini iyi bir şey. Elbette iyi bir şey. Ama siz bunu tüm kamu kurumlarına, tüm kamu harcamaları için bunu uygularsanız tamam. Ama siz bunu sadece tarım sektörüne söylerseniz bu bir haksızlıktır. Ve biliyoruz ki birçok kurum bütçe limitlerinin dışında harcama yapabiliyor. Bunun için ek bütçeler konuyor. Maliye Bakanlığı'nın yedek ödenekleri devreye sokmuyor. Ama tarım sektörüne gelince “yok arkadaş” deniyor. Zaten üç yıldır limitler aynı. Kredi limitleri arttırılmıyor. 2024, 2025 ve 2026'da da bu enflasyona rağmen kredi limitleri arttırılmıyor.

                          

“ET VE SÜT KURUMU’NDAN İTHAL DANA ALDIK, PERİŞAN VAZİYETTE GELDİ HAYVANLAR, ONLARI ŞİMDİ AYAĞA KALDIRMAYA ÇALIŞIYORUZ”

- Biraz da hayvancılıktan bahsetmemiz mümkün?

- Hayvancılığa dönersek, süt üreticisi gerçekten büyük bir mağduriyet içinde. 15 - 16 liraya çiğ süt satıyor. Bugünlerde biraz karkas fiyatları yükseldi, büyükbaş hayvancılıktan bahsediyorum ama büyükbaş üreticisi besiye alacak dana bulamıyor. İthalat yetkisi Et ve Süt Kurumu'na verilmiş. Et ve Süt Kurumu'nun genel müdürüyle ilgili konuşulanları görüyoruz. O kurum işlerini yerine getirmek yerine, o kurumun genel müdürü yurt dışında bir şirket kuruyor ve bu işleri yürütüyor. Böyle bir kurumdan ne hayır beklersiniz? Kaldı ki biz Et ve Süt Kurumu’ndan ithal dana aldık. Perişan vaziyette geldi hayvanlar. Her biri ayrı cins. Yara bere içinde gemiden indi ve o hayvanları biz şimdi ayağa kaldırmaya çalışıyoruz.

Hayvancılık çok önemli, özellikle büyükbaş hayvancılık… Bugün bin liradan aşağı dana etini -özel işlenmiş ürünleri kastetmiyorum- tüketicinin alması mümkün değil. Beyaz et sektörü ki Türkiye'nin önemli bir sektörüdür, ciddi sıkıntıda yem ham maddesi temininde zorlanıyor. Yurt dışında rekabet şansı kırılıyor

Bunların hepsinin birden ayağa kaldırılması için finans desteği başta olmak üzere tarımsal kredi destekleri ve üretim planlaması başta olmak üzere bunların hep beraber topyekun bir paket halinde devreye sokulması gerektiğini ben ve mensubu olduğum siyasi parti olarak böyle düşünüyoruz. Üretim planlamasıyla ilgili son bir şey söylemek isterim, bu da bizim partimizin önerileri içindedir. Fark ödemesi dediğimiz bir şey var. Bir ürünün satış fiyatıyla olması gereken fiyat arasındaki fark üreticiye ödenirdi. 2026’da her ne kadar Cumhurbaşkanı kararında ödemeden bahsediliyor ise de az önce anlatmaya çalıştığım bütçe sınırları içinde ben fark ödemesinin yapılabileceğini düşünmüyorum. Oysa fark ödemesi tarım sektörü için elzemdir.

Somut bir örnek vermek gerekirse siz önce bir hedef fiyat koyacaksınız. Ekmeklik buğday için hedef fiyat 2026 yılında 18 liradır. Benim gönlümden geçen 18-19 lira civarında bir rakamdır. Eğer piyasada oluşan fiyat 18 liranın altında kalırsa ben aradaki kısmı fark ödemesi olarak üreticiye ödeyeceğim derseniz siz bunun aynı zamanda bir üretim planlaması yapmış olursunuz. Bunu da Eylül-Ekim ayında açıklamış olmanız lazımdı ki üreticisi tarlasına buğday mı eksin, arpa mı eksin, başka bir tarla bitkisi mi eksin bunun kararını verebilsin. Bu yapılmıyor. Bu yapılmadığı için üretim planlanamıyor. Üretim planlanamadığı için ülkenin ihtiyaç duymadığı bir takım ürünler bazı bölgelerde gereğinden fazla üretilebiliyor. İhtiyaç duyulan temel ürünler de üretilemeyebiliyor. O bakımdan fark ödemesi ülkedeki bitki deseninin ve üretimin planlanması bakımından da çok çok önemlidir. Fark ödemesi behemehal verilmelidir ve bu fark ödemesi rakamları hedef fiyat rakamları mutlaka üretim başlamadan önce açıklanmalıdır.

Özetle İbrahim Cevher Cevheri

İbrahim Cevher Cevheri, 1957 yılında doğdu, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Serbest Avukatlık, Çiftçilik, DYP Adana İl Başkanlığı, 20’nci dönem DYP Adana Milletvekilliği, TBMM Anayasa ve Adalet Komisyonu Üyeliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilâtı (AGİT) Parlamenter Assamblesi Üyeliği ve DYP/DP Genel İdare Kurulu Üyeliği yaptı. Dokuzuncu dönem Şanlıurfa Milletvekili ve İstiklal Madalyalı Hacı Ömer Cevheri'nin torunu, yedi dönem Şanlıurfa Milletvekilliği ile Turizm ve Tanıtma, Adalet, Tarım ve Köy İşleri, Devlet Bakanlıkları ve Başbakan Vekilliği yapmış olan Necmettin Cevheri'nin de oğludur. Halen Demokrat Parti Genel İdare Kurulu üyesidir.

Türk sağlık teknolojisinden dünyaya armağan: BloocellTürk sağlık teknolojisinden dünyaya armağan: Bloocell

İnsanlığın geleceği ‘yeşil hidrojen’de, Avrupa’nın geleceği Türkiye’nin 'yeşil hidrojen'indeİnsanlığın geleceği ‘yeşil hidrojen’de, Avrupa’nın geleceği Türkiye’nin 'yeşil hidrojen'inde

Uyuyan dev Çin uyandı, Türkiye’ye fırsatlar ve rekabet kapısı açıldıUyuyan dev Çin uyandı, Türkiye’ye fırsatlar ve rekabet kapısı açıldı

Doç. Dr. Kurdoğlu: Orman yangınları uçak sayılarına odaklanarak çözülmezDoç. Dr. Kurdoğlu: Orman yangınları uçak sayılarına odaklanarak çözülmez

İklim değişikliği krizinde çok zor koşullar Türkiye’yi bekliyorİklim değişikliği krizinde çok zor koşullar Türkiye’yi bekliyor

Hint mallarının AB’yi işgali Türkiye için büyük tehdit!Hint mallarının AB’yi işgali Türkiye için büyük tehdit!

 

Site adresi: https://www.finansingundemi.com/haber/unlu-ciftci-ailesinden-ibrahim-cevher-cevheri-tarim-ve-hayvanciliktaki-son-durumu-anlatti/1878559