VOLKAN KARSAN – FINANSINGUNDEMI.COM / KAZANDIRAN SOHBETLER
Avrupa mutsuz, Amerika huzursuz, ekonomi tedirgin dünyanın ekseni yavaş yavaş doğuya kayıyor ve bu kaosun savaşa uzandığı iddia ediliyor. ABD vatandaşlarının huzursuzluğu büyük ölçüde Trump’un çılgın kararları. Diğer yandan ABD doları tahtından mı oluyor soruları da var. Tüm aklımıza takılanları AB ve dış politika uzmanı Dr. Can Baydarol’a sorduk. İşte cevaplar:
“BENİM İHRACATIMIN %50'Sİ AB ÜLKELERİNE, ZORLUĞA DÜŞEN BİR AVRUPA SÖZ KONUSU OLDUĞU ORANDA BENİM DE İHRACATIM ÇOK CİDDİ DARBELER YER”
- Sayın Baydarol, bir AB uzman olarak Avrupa’daki zayıflama sürecini nasıl görüyorsunuz, sohbetimize bununla başlayabilir miyiz?
- Aslında AB uzmanlığım 1985'te ortaya çıktı. Esas itibariyle uluslararası ilişkiler okudum. AB meselelerine bakışta iki tür insan tipi var. Bir genelciler Bir de dikey uzmanlar var.Ben kendimi daha ziyade genel bakan insanlar konseptinde görürüm. Ama Türkiye'de AB uzmanı dendiği anda hem genel hem de çok özel konularda da o kişiden uzmanlık bekleniyor. Bir ara gazetecilerin bana en çok sorduğu şey patlıcan standartıydı. Çünkü İngilizler, “yeter artık soframızdaki patlıcanın da boyutlarına karışma” diyerek isyan etmişti. Sonra salatalık meselesi geldi vs.
Bütün bunları bir tarafa bırakırsak, Avrupa Birliği, kurulduğu dönemin en başarılı teşkilatıydı. O dönemi de tarif etmek gerekirse, 4-11 Şubat 1945’te ciddi bir paradigma değişikliği yaşanıyor. İkinci Dünya Savaşı bitiyor. Üç lider Yalta'da oturuyorlar, dünyayı paylaşıyorlar. Stalin bir tarafta, Churchill öteki tarafta ve Roosevelt de üçüncü kişi olarak masada. Bunlar savaşın galipleri ve dünyanın bundan sonrası nasıl gideceğine karar veriyorlar. Fakat hemen bu paylaşımın ardından Sovyet tehdidi ortaya çıkıyor. Dünyanın o günkü koşulu, paradigmayı da şöyle açıklamaya çalışayım. Ünlü filozof Hegel, “Her dönemin bir ruhu vardır” diyor. Biz ve yaşıtlarımızın dünyaya geldiği Avrupa’da AET'den, Kömür Çelik Topluluğu’ndan başlayıp Avrupa Birliği'ne kadar giden süreç, o paradigmanın bir eseri. Yani bizler de o paradigmanın çocukları olarak aslında ilk derslerimizi aldık, öğrenimlerimizi tamamladık.
Fakat Avrupa Ekonomik Topluluğu'ndan Avrupa Topluğu’na oradan da Avrupa Birliği'ne geçerken çok ciddi sorunlar yaşanmaya başladı. Neydi sorun? İlk kurulduğunda Kömür-Çelik Topluluğu olsun, AET olsun, altı devleti kapsayacak bir hukuk mekanizması içinde kurulmuştu. Yani üç büyük devlet, üç de ufak devlet, kendi aralarında bir denge içerisinde oylama süreçleri, karar alma süreçleri vs. diye bakıyorlardı. Daha sonra bu yapı giderek genişlemeye başladı. Altı devletten 12'ye, 12'den daha sonra 28'e, İngiltere'ye ayrıldıktan sonra 27'ye kadar bir genişleme süreci yaşadılar ve her genişleme beraberinde, onların tabiriyle, hazım süreçlerini beraberinde getirdi. “Avrupa topluluğu bizi kesmiyor, bunu bir Avrupa Birliği'ne çevirmenin de vakti geldi” dediler ve hatta onu da şöyle ifade ettiler:“Bu entegrasyon süreci bisiklete binmeye benziyor. Bisikleti durdurmaya kalkarsan düşersin, pedallara daha hızlı basmalısın.” Fakat pedallara daha hızlı basmaya başlarken hem kendilerini hem de dünyayı kandırmaya başladılar.
Avrupa Birliği dediler kendi isimlerine. Fakat Avrupa Birliği kurucu antlaşması–ki o antlaşmayı hasbelkader Türkçe'ye ilk çeviren bendim- Avrupa Birliği'nin kurulduğunu ilan etmiyordu. Avrupa Birliği'nin nasıl kurulacağını tarif ediyordu ve onun doğrultusunda da üç tane ayak koymuşlardı.
Birinci ayak, biraz önce bahsettiğim ekonomik ayak, tek paraya geçiş ayağı, ülkeler kendi paralarından vazgeçip Euro zorunu altında birleştiler. İkinci ayak bizim Schengen sistemi olarak daha fazla bildiğimiz adalet ve içişlerinde işbirliği alanıydı. Burada da kısmi başarı elde edildi ama son dönemlere bakılırsa Schengen sistemi de delinmeye başladı. Şöyle ki bir sınırdan geçtikten sonra artık başka sınır kontrolü olmaması anlamına geliyordu. Şimdi bol miktarda sınır kontrolleri gündeme gelmeye başladı. Üçüncü ve en önemli ayak ise ortak dış politika ve güvenlik politikası ayağıydı. Bugünkü Avrupa'ya baktığımız zaman özellikle son gelişmeler ortada, bir ortak dış politika yok. Her ülke kendi çıkarları doğrultusunda hayata devam ediyor. En son Filistin'in tanınması meselesini bugünlerde tartışmaya başladık. İngiltere ki şu anda sistemin dışında, İngiltere'nin yanı sıra Fransa, İspanya derhal Filistin'i tanıma yoluna gidiyorlar. Dolayısıyla bir ortak politika olsa Avrupa Birliği'nin Filistin'i bütünüyle, bütün Avrupa'yı temsilen tanıması beklenirdi ama böyle bir şey şu anda yok.
Güvenlik politikası dediğin zamanda orada NATO'suz bir Avrupa güvenliği nasıl olur? Rus tehdidi bu kadar ortaya çıkmışken, kendi kendilerini koruyabilecek bir orduya sahip olabilirler mi? “Aman Türkiye sen de bu işin içine gel.” Diyorlar. Türkiye işin içine gelsin ama Yunanistan engeli var. Yunanistan son olarak Türkiye'nin SAFE programına katılmasını mutlak suretle engellemeye çalışıyor. Kısaca belirtmek gerekirse Avrupa Birliği dediğimiz olgu, içinden geçtiğimiz dönemin koşullarına göre kendisini uyarlayamadı. Bu noktada herkes neyi tartışıyor: “Avrupa Birliği acaba bundan sonra var olur mu, olmaz mı?”
Benim cevabım net. İç içe bu kadar girmiş çıkarlar varken Avrupa Birliği şekil değiştirir ama yoluna mutlak surette devam eder. Bizim için de Avrupa'nın dağılması asla iyi bir şey değildir. Neden? Çünkü benim ihracatımın yüzde 50'ye yakını Avrupa Birliği ülkelerine. Dolayısıyla zorluğa düşen bir Avrupa söz konusu olduğu oranda benim de ihracatım çok ciddi darbeler yer.
“AVRUPA'DA BİR GÜVENLİK SORUNU VAR, DOLAYISIYLA GÜVENLİĞE YAPILACAK YATIRIM, REFAHA YAPILACAK YATIRIMIN YERİNİ ALACAK”
- Son günlerde Avrupa'da bazı liderler refah ülkelerinin sona ermek üzere olduğunu dillendiriyorlar. Bu alışılmış refah toplumu gerçekten Avrupa'da sona mı eriyor?
- Öncelikle refah algısı onlarla bizim aramızda çok farklı. Kişi başına ortalama 50 bin dolarlık gelire sahip Avrupa'da, 45'e düştüğü zaman eyvah refah elden gidiyor diye bakıyorlar. Son olarak özellikle Federal Alman Şansölyesi Merz, bunu ifade etti. “Artık refah devleti olmaktan giderek uzaklaşacağız” dedi.Nedeni şu: Biraz önce anlatmaya çalıştığım şekliyle, Avrupa'da bir güvenlik sorunu var.
Dolayısıyla güvenliğe yapılacak yatırım, refaha yapılacak yatırımın yerini alacak. Sadece Almanya önümüzdeki 4 yıl için 800 milyon Euroluk silah yatırımı yapacağını beyan etti. Diğer tarafta da Amerika Birleşik Devletleri'nin agresif yaklaşımları, Çin meselesi, -otomotiv sektörü ki Almanya'da ana sanayi dendiği zaman bu anlaşılır- otomotivde çok ciddi rekabet dezavantajlarıyla karşı karşıya gelinmesi ve firmaların üretim bantlarını giderek sınırlaması ve kaldırması. Dolayısıyla bütün bunlar Avrupa'da refahta bir gerilemenin ortaya çıkacağını çok net gösteriyor. Bir de bunlar siyasi krizlere de yol açıyor. Almanya'daki koalisyonu ele alırsak ikinci büyük ortak sosyal demokratlar.
Sosyal demokratların sosyal refah devletinden yapılacak kesintileri kabul etmesi neredeyse imkansız. Dolayısıyla Merz hükümetinin ne kadar devam edebileceği tartışması ortaya çıkıyor. Yeşillerin baskısıyla oluşan temiz Avrupa hayalinin, idealinin aslında maliyetlere çok arttırıcı bir unsur olarak ortaya çıktığı tartışılıyor. Fransa'yı geçen günlerde izledik. Büyük bir ayaklanma var hükümete karşı. Fransızlar da yine aynı şekilde güvenlik endişeleriyle yatırımlara gidiyorlar. Bu şekilde bakıldığı zaman, Avrupa Birliği bir refah toplumu yaratmak için kuruldu. Ama içinde yaşadığımız paradigma itibariyle hiçbir zaman refah toplumunu idealize etmekten öteye geçemedi. Şimdi gerileme adımlarına doğru hızla ilerliyorlar.
- Hocam, enerji maliyetleri ya da enerji sıkıntısının da bu süreçte bir etkisi var mı?
- Tamamen var. Rusya-Ukrayna Savaşı’nda Avrupa Birliği için enerjinin temel geliş kaynağı olan Ruslara karşı ambargo uyguladılar. Ruslara bu ambargoyu koyduğun zaman enerjiyi nereden karşılayacaksın? Amerika “ben karşılarım” dedi ama kaya gazını Rusya'dan alınan doğal gazın 3 - 5 misli maliyetlerle Avrupa'ya ulaştırdı. Dolayısıyla Rusya-Ukrayna savaşı bir de bu savaşın da finansmanı Avrupa ekonomisindeki geriye gidişin başlıca nedenlerinden biri olarak karşımıza çıktı.
“ABD HİNDİSTAN'I KAYBETME RİSKİ KARŞISINDA, ACABA HİNDİSTAN'DA YENİ BİR ANLAŞMA UZLAŞMA NOKTASINA VARABİLİR MİYİZ ARAYIŞINDA”
- Sayın Baydarol, egemen para birimleri tezini sormak isterim.Sterlinden doların devraldığı ancak doların normal tarihsel akışından önce tahtını kaybedeceği gibi. Bunu bir açar mısınız bize?
- Bu en çok BRICS hikayesiyle anlatılıyor. Rusya ve Çin'in önderliğinde dolarla ticaretten vazgeçmek ve bu şekilde de yeni bir para birimi oluşturmak gibi bu konu. Ama Amerika Birleşik Devletleri'nin de en fazla çekindiği unsurlarının başında bu geliyor. Amerikan dolarının kredibilitesini kaybetmesi, sonuçta ABD’nin bastığı dolarların Amerika'ya geri dönmesine ve inanılmaz bir enflasyon oluşması endişesine yol açıyor. Çünkü dünyanın en borçlu ülkesi Amerika Birleşik Devletleri ve bu borcu nasıl finanse ediyor? Matbaada, para basarak... Bu paralar artık bir anda değerini yitirirse, yani güvenilir bir unsur olmaktan çıkarsa o zaman ne olacak sorusu, Çin'le savaşır mıyız? Bu savaş çerçevesinde acaba Rusya-Çin-Hindistan arasında oluşmakta olan bloğu kırabilir miyiz?
Hindistan'ı yanımıza çekebilir miyiz konusu geçtiğimiz hafta izlediğimiz bir çok girişime yol açtı. Amerika, biraz zor ama Hindistan'da bir serbest ticaret anlaşmasının müzakeresini yapmaya çalışıyor. Nedeni şu: Hindistan özellikle Rusya ambargosunu delen ülkelerin başında geldi. Rus gazını, Rus petrolünü işleyerek Çin'e gitmesini sağladı. Dolayısıyla Amerika, Hindistan'ı cezalandırmak için ek gümrük vergileriyle neredeyse yüzde 50'ye kadar çekti ticaret savaşını. Ama şimdi Hindistan'ı kaybetme riski karşısında, acaba Hindistan'da yeni bir anlaşma uzlaşma noktasına varabilir miyiz arayışında. Keza Avrupa Birliği de öyle…Geçtğimiz günlerde Ursulavon der Leyen'in ifade ettiği şekliyle, “biz artık seyirci kalmamalıyız, aktif olarak yer almalıyız” diyor. Amerikan dolarının değer kaybetmesi ve kredibilitesini yitirmesi, Amerika Birleşik Devletleri için bir savaş nedenidir. Bu kadar basit… Ama yine biliyoruz ki her imparatorluğun yükselişi kadar, çöküşü de dünya tarihinde her zaman izlenmiştir.
“BUGÜN PİYASALARDA HEP DALGALANAN EURO-DOLAR SAVAŞINI GÖRÜYORUZ, ARADA ÇİN YUANIDA KONU OLUYOR AMA BUNA HİÇ KİMSENİN ŞU ANDA DEĞER VERDİĞİ YOK”
- Para biriminin tarihsel taht değişimini özetleyebilir miyiz?
- İkinci Dünya Savaşı'ndan önce tahtın sahibi Sterlin’di. Ama İkinci Dünya Savaşı'yla birlikte dünya politikasında Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere'nin yerini giderek aldı. Üstünde güneş batmayan imparatorluk, bir anda üstünde güneşin battığını gördü. Ondan sonra “nasıl bir para sistemi kuralım” dediler. Altına bağlı BretonWoodsdenilen sistemi oluşturdular. Fakat altın rezervleriyle para krizi engellenemedi. 70'li yıllarda yaşanan özellikle petrolle bağlı şokların ardından Amerikan Doları, altına bağlı para olmaktan da çıkarak, bugünkü haline doğru hızla ilerledi. Avrupa Birliği de buna karşılık, biz Amerikan Doları karşısında kendimizi korumak zorundayız savıyla Euro'yu yaratma noktasına geldi. Bugün piyasalarda hep dalgalanan Euro-Dolar savaşını görüyoruz. Arada Çin Yuanıda konu oluyor ama buna hiç kimsenin şu anda değer verdiği yok. Hala başat para birimi, Amerikan doları, Euro ve hepimiz neye bakıyoruz? Türkiye'deki faiz kararlarından çok FED ne yapacak, Avrupa Merkez Bankası’ndan nasıl bir müdahale olacak diye konuşuluyor.
- Peki, Trump'ın yaklaşımlarından da yola çıkarak kripto paranın burada bir söz sahibi olma ihtimali var mı?
- Elbette var ve zaten gördüğümüz paraların yerini ne alır diye baktığımız zaman kripto paralar ön plana çıkıyor. Trump da bunları sıcak karşılıyor. Bundan sonraki gelişmeler büyük olasılıkla kripto paralar üstünden olacak.
“AMERİKA ŞU AN İTİBARİYLE NADİR TOPRAK ELEMENTLERİNİN HEPSİNİ NEREDE BULURSA EL KOYMANIN PEŞİNDE”
- Bu noktada Çin'in dijitalJuan’a eğiliminin de sonuca etkisi olabilir mi?
- Gayet tabii. Dünyanın nabzı giderek doğuya kayacak ve kayıyor. Bugün ne savaşıyla karşı karşıyayız, nadir toprak elementleri… Bunların yüzde 90'ı Çin'in elinde. Trump Erdoğan görüşmesindeele alınacağı ileri sürülen (dün akşam masaya geldiyse) önemli bir madde ne? Eskişehir'deki nadir toprak elementlerinin Amerika'ya devredilmesi. Bu noktada doğal olarak herkes isyan ediyor. ABD, Ukrayna'dakilere çöktü ama o ülke sonuçta savaş zorunluluğu içindeydi. Biz ne savaştayız ne bir krizdeyiz. Niye kendi madenlerimizi Amerika'ya teslim edelim gibi bir durum var. Amerika şu an itibariyle nadir toprak elementlerinin hepsini nerede bulursa el koymanın peşinde. Trump daha önceki açıklamalarında Grönland’ı istiyorum dedi. Niye? Buzlar eridikten sonra onun altından çıkacak nadir toprak elementleri var. Panama'yı istiyor, geçişi kesecek. Çin kolay kolay gelemesin diye. Hepsi aslında bir ekonomik savaşın sonuçları olarak karşımıza çıkmaya devam ediyor. Burada da tabii ki Çin'in agresif olarak bu işe girmesi Amerika için, Avrupa için en büyük tehdit olarak karşımızda.
“HİNT MALLARI DAHA FAZLA AVRUPA BİRLİĞİ PAZARINA GİRDİĞİ ORANDA TÜRKİYE'NİN AVRUPA BİRLİĞİ PAZARI İÇİNDEKİ REKABET GÜCÜ DE AZALIR”
- Bu paradigmada Hindistan'ın Türkiye düşmanlığı nasıl bir etken?
- Biz ezelden beri Pakistan’ın yanındayız. Ama Pakistan bile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımadı. Bunu da unutmamak lazım. Son Pakistan-Hindistan geriliminde Türkiye doğrudan Pakistan'ın yanında yer alınca Hindistan bir anda Türkiye'ye karşı çok ciddi bir husumet noktasına vardı ve bu çerçevede Hintli turistlerin Türkiye'ye gelişini bile yasakladı. Bu sivil ilişkilere kadar yansıyan bir durum. Şimdi Avrupa Birliği Hindistan'la bir serbest ticaret anlaşması yapmaya çalışıyor. Bizde de anladığım kadarıyla bazı çevreler “yaşasın Hindistan'la bizde serbest ticaret anlaşması çerçevesini ilişkileri normalleştiririz” gibi bakıyorlarsa da yanılıyorlar.
Nedeni şu, evet bizim Avrupa Birliği ile bir gümrük birliği anlaşmamız var fakat bu gümrük birliği Türkiye'de biraz yanlış anlaşılan bir konu. Aslında biz gümrük birliğine giremedik. Avrupa Birliği'nin gümrük birliği ile bizim gümrük alanımız arasında kendine özgü bir gümrük birliği oluştu. Bu kendine özgü gümrük birliği de maalesef Avrupa Birliği'nin üçüncü ülkelerle yaptığı serbest ticaret anlaşmalarına Türkiye'nin otomatik olarak katılmasını engelliyor. Hindistan'la AB arasında bir serbest ticaret anlaşması olursa, Hint malları Avrupa Birliği menşeini aldıktan sonra Türkiye'ye rahatça girebilir. Ama Türk malları hiçbir şekilde Hindistan'a gidemez. Çünkü Türkiye'nin Hindistan'la oturup ayrı bir serbest ticaret anlaşması yapması gerekir ki bugünün siyasi koşullarında bu imkansız. Artı, Hint malları daha fazla Avrupa Birliği pazarına girdiği oranda Türkiye'nin Avrupa Birliği pazarı içindeki rekabet gücü de azalır. Dolayısıyla bütün bu unsurları düşünerek gelişmelere bakmak lazım.
“TÜRKİYE'NİN YÜZÜ HEP BATIYA YÖNELİK OLMUŞTUR, ARTI BİZ HALA AVRUPA BİRLİĞİ TAM ÜYELİĞİ HEDEFİ PEŞİNDE KOŞUYORUZ”
- Bu noktada Türkiye'de öne sürülen yeni tarafımız Rusya-Çin-Hindistan ekseninde olmalı bakışı da çok doğru olmuyor herhalde?
- Bu ne ekonomik açıdan kabul edilebilir, ne tarihi perspektif açısından düşünülebilir. Türkiye'nin yüzü hep batıya yönelik olmuştur. Artı biz hala Avrupa Birliği tam üyeliği hedefi peşinde koşuyoruz. Bu noktada küçük bir eleştiri CHP lideri Özgür Özel'e yapmam gerekiyor. Son kurultayı izlediysek, Özel birbiriyle çelişen iki mesaj verdi. Biri, Türkiye'nin yolu Avrupa Birliği'dir. İki, ulusal egemenlik bizim için kayıtsız şartsız vazgeçilemezdir. Fakat Avrupa Birliği'ne tam üyelik, egemenlikten kısmi olarak vazgeçmeyi gerektirir. Neden? Avrupa ile egemenlik sahasını paylaşmak için kendi egemenliğinden bazı alanlarda vazgeçeceksin. Bu işin kuralı bu. Dolayısıyla Özgür Bey'in biraz daha dersinin iyi çalışması gerektiğini de düşünüyorum.
Türkiye'nin Rusya-Çin İttifakı içerisine girmesine gelirsek sadece iktisadi açıdan düşünmemek lazım. Unutmayalım biz NATO üyesiyiz, bizim güvenliğimiz şu anda -NATO'nun geleceğini ne olur ne biter bilmiyorum-onlarla birlikte. NATO'dan vazgeçip, Rusya-Çin eksenini mi kaymak, Hindistan’ın kabulüne bağlı. Hadi kabul etti diyelim, Çin kabul edecek mi? Çin'in böyle bir askeri ittifak yapmak gibi bir derdini ben bugüne kadar hiç görmedim. Çin ne yapar? En fazla, kazan kazan oynayalım der, sonuçta kendileri kazançlı çıkar.
Can Baydarol kimdir?
1958’de İstanbul’da doğdu. Eğitim hayatını Galatasaray Lisesi, Ankara Üniversitesi SBF Uluslararası İlişkiler Fakültesi ve CentreEuropeenneUniversitaire de Nancy, (DepartementSciencesJuridiques et Politiques) de eğitim görerek 1985 yılında tamamladı. Profesyonel yaşamında İktisadi Kalkınma Vakfı, PiarGallup, Otomotiv Sanayi Derneği, halen görev yaptığı Uluslararası Nakliyeciler Derneği’nde AB ile ilişkilerden sorumlu çeşitli görevler üstlendi. Profesyonel görevlerinin yanı sıra çeşitli üniversitelerde öğretim görevlisi olarak AB konularıyla ilgili dersler verdi, çeşitli gazete ve dergilerde çok sayıda makale ve köşe yazıları yazdı, çok sayıda radyo ve televizyon programına katıldı. Halen Avrupa Birliği ve Küresel Araştırmalar Derneği (ABKAD) başkan vekilliği görevini de sürdürmektedir.
Prof. Dr. Bayram Öztürk: Mercanları ve deniz çayırlarını koruyamazsak balık olmayacak
Türkiye ‘iklim yangını’nı nasıl söndürecek? İşte UNDP üyesi Türk kızından hayati projeler
Füsun Nebil: Yapay zekaya sahip ülkeler, olmayanları köle gibi çalıştıracaklar
Aliyev ve Paşinyan 'barış'ı imzaladı, ‘AEKT Hattı’nda dev bir refah bölgesi doğuyor