Türkiyeye en spekülatif para geliyor
Erinç Yeldan, 41 yaşında Dünyanın en iyi 500 iktisatçısı listesine 131inci sıradan giren yetkin bir bilim insanı
Global krizin gidişatını değerlendiren Yeldana göre dünya adeta bir kumarhane kapitalizmine dönüşmüş durumda. Herkesin dikkat çektiği tehlike, cari açık ile ilgili olarak Türkiyeye en güvenilmez ve spekülatif para geliyor diyen Yeldan bundan kurtulmak içinde Brezilya örneğini veriyor.
Global krizin yaraları sarıldı, sarılacak denirken, dünya ekonomileri yeni tedirginliklerle yüzleşiyor. Giriş haberimizde de ayrıntıları ile belirttiğimiz gibi yavaşlayan büyüme, uzayan resesyon ikinci dip gibi kavramlar dünya ekonomi çevrelerini fazlası ile meşgul etmeyi sürdürüyor. Kuşkusuz bu kriz ve geleceği ile ilgili söyleyecek sözü olan etkin ekonomistlerden biri de Prof. Dr. Erenç Yeldan. Kriz öncesinde, sırasında ve sonrasında ABDde bulunarak (çok sıklıkla ABDnin değişik üniversitelerinde dersler veriyor) merkez üssünü yerinde gözlemleyen Prof. Yeldan ile krizin yeni rotası ve Türkiye ekonomisinin görünümünü konuştuk.
Ekonomist: 2008 krizi sonrası Küreselleşme ve neoliberalizmden başka alternatif yok söyleminden çıkıldığı söylenebilir mi?
Yeldan: Bu durum, krizden son derece doğal bir çıkarsamadır. Fakat buna karşı büyük bir direnç var. Her şeyin eskisi gibi 2007 öncesinde olması beklentisi ve arzusu büyük direnç gösteriyor. Bu krizin aslında ısrarla sadece finansal bir kriz olmadığını vurguluyorum. Krizin özünde İkinci Dünya Savaşı sonrası kurgulanan Bretton Woods para sisteminin yarattığı baskıların daha fazla ötelenmesinin olanaksızlığı yatıyor. Bütün bu süreçte dünya adeta bir kumarhane kapitalizmine dönmüş bulunuyor.
Bu kriz, Türkiyeye neyi gösterdi size göre? Krizin Türkiyeyi teğet geçtiği söylemi gerçekçi mi?
Yeldan: Türkiyenin neredeyse tüm 2000li yılları kapsayan birikim şeması, yurtdışından gelen finansman akımlarına bağımlılık gösteriyor. Bütün dünyada görülen finansal şişkinlik ve finansallaşmadan Türkiye de nemalanıyordu.
Dış borçlanmaya dayalı finansal akımlar neticesinde ihracat ve yatırımlarımızı finanse edebiliyorduk. Bu finansal akımların sürdürülmesi için de uluslar arası kuruluşların önerdiği merkez bankacılığı, döviz kuru rejimi ve kamu maliyesi rejimi yapısal reformlar diye adlandırılan dönüşümleri yerine getiriyordu. Bu da tıkanmalara yol açılıyor.
Bunu Türkiyenin sürdürülebilir kalkınmasının önündeki en büyük engel olarak mı görüyorsunuz?
Yeldan: Türkiyede aşırı bir ithalata bağımlılık, döviz kurunda aşırı bir ucuzlama, dolayısıyla dikey ve yatay yan sanayilerin tahribatına ve yapısal olarak kalıcı bir işsizliğe yol açan bir birikim rejimine tekabül ediyor. Sadece sürdürülebilir, sürdürülemez olmasının ötesinde düşük katma değerli, enformalleştirilmiş bir işgücü yapısı doğuyor. O bakımdan bu tür kriz dönemlerini ben bu tür yapıları dönüştürmek, ulusal tasarruflara ve ulusal teknoloji birikimine ve daha gerçekçi bir döviz kuru rejimine dayalı bir sanayi hamlesinin başlayabileceği dönemler olarak nitelendiriyorum. Bu krizden de bizim aslında en büyük sıkıntımız bu.
Finansal sistemde istikrar sağlamadan, fiyat düzeyinde istikrar sağlamaya çalışmanın makro ekonomik istikrarı sağlamaya yetmeyeceği sözünü alıntılamıştınız bir yazınızda. Bu noktadan yola çıkarak, Türkiyenin mali politikalarında ne gibi değişikliklere ihtiyaç vardır?
Yeldan: Yılmaz Akgüz hocanın raporundan bir alıntı bu. Gözlediğimiz olgu şu: Merkez Bankası para politikaları açısından sadece fiyat istikrarı, enflasyon hedeflemesi politikaları, diğer finansal varlıklarda istikrar sağlanmamış ise ABD açısından mesela bu konut fiyatları, finansal varlıklardaki şişkinlik ve döviz kurundaki çok ucuzluk, neredeyse 1 dolar 1 TLye varana kadar ucuzlatılmış bir kur söz konusu. Finansal varlıklar sadece fiyatla sınırlı değil. Finansal fiyatlarda gerçekdışı spekülatif bir şişkinlik veya bir çöküntü var ise bu tutum makro ekonominin tümü bakımından yeterli olmuyor.
Merkez Bankacılığı, sadece mal fiyatlarında değil, bütün finansal varlıkların fiyatlarında istikrarı sağlamayı amaçlamalı ve bunun için de elimizdeki aletler çeşitlendirilmeli. Sermaye hareketlerinin kontrolü, vergilendirilmesi, munzam karşılık oranlarının değiştirilmesi girebilir ve döviz kurunun daha gerçekçi, reel olarak düzeyini koruyacak vergi ve teşvik politikalarıyla yönlendirilmesi gerekebilir.
Cari açık sizce de Türkiyenin önemli bir sorunu mu? Bunu finanse etmek için sıcak para girişlerinin teşvikini siz de tehlikeli buluyor musunuz?
Yeldan: Türkiye 1999 durgunluğunu, 2001 krizini hep cari işlemler açığının kontrolden çıkmış biçimde patlaması ve bunun finanse etme biçimlerinin sağlıksız olmasından yaşandı. Rejimler farklı, uygulanan politikalar farklı gibi görünüyor, fakat bunun altında yatan temel nokta Türkiyenin sağlıksız, dış borçlanmaya dayalı, spekülatif nitelikte kalıcı olmayan bir şekilde bir Lale Devri yaşamaya özenmesi neticesinde yaşanıyor.
2005 sonrasında doğrudan sıcak paraya, konut ve özelleştirme gelirlerinden kaynaklanan, süreklilik arz etmeyen, doğrudan yabancı sermaye girişlerine dayalı bir finansman biçimiyle 2007ye geldik. Yeniden Türkiyeye, hatta Kuzey Amerikada ve Avrupada artan regülasyonlar neticesinde oralardan gelen en spekülatif, güvenilmez para geliyor. Bu öyle bir afyon ki, herkesin hoşuna gidiyor, Türkiye ithalatını finanse edebildiği için hızlı büyüme gösteriyor. Döviz ucuzluyor, hane halkları daha rahat borçlanabiliyorlar, bol tüketim, fiyat düzeyi düşüyor. Yanıltıcı, sahte bir istifleşme yaşatıyor.
Bu tehlikeli paradan korunmanın yolu nedir, ne yapmalı?
Yeldan: Örneğin geçen sene Brezilyanın sermaye hareketlerine koyduğu bir vergi var; sermaye hareketlerindeki ucuzlamayı engellemek içinâ¦Türkiyeye artık ulusal tasarruflar üzerinden gerçek anlamda teknoloji, know-how getirecek doğrudan yabancı sermaye yatırımı girişlerine dayalı bir cari işlemler finansmanına dönüşmesi lazım. Bu belki yüzde 10-12lik büyüme hızları yaratmayacak ama uzun dönemde daha düşük, yani yüzde 4-5lerde ama kalıcı, sağlam temellere dayalı ve borçlanma yaratmayan, ulusal tasarruflara dayalı istikrarlı bir büyüme oranı sağlayacaktır. Bu uzun dönemde sabır gerektiren bir strateji biçimi.
Türkiye Orta Doğu ve Kuzey Afrika pazarlarına açılmalı
Dünya ekonomisinde son yıllarda özellikle Çin ve Hindistan gibi ülkelerin yüksek büyüme performanslarından yola çıkarak, dünyadaki güç dengelerinin batıdan doğuya kaydığı tartışılıyor. Prof. Dr. Erinç Yeldan, Türkiyenin de bu dönemde yatırımlarını başta Kuzey Irak olmak üzere bazı yeni bölgelere kaydırmasıyla ilgili olarak, şu yorumda bulunuyor.
Türkiyenin ticaret pazarlarının genişletilmesi her şeyden önce genel bir doğrudur. Sadece AB pazarına bağlı olmadan Türki cumhuriyetler bölgesini hedef alarak Orta Doğu ve Kuzey Afrika pazarlarına açılması, dünya konjonktüründen bağımsız olarak doğrudur. Dünyada ise küresel çekim alanının Amerika ve Kıta Avrupasından Çin ve Hindistan bölgesine kayacaktır söylemini çok doğru ve gerçekçi bulmuyorum. İşin özünde kapitalizmin birikiminin sürdürüldüğü para biriminin hala Amerikan doları olması var. Bu da sadece milli gelirin büyüklüğüyle veya üretimin nerede yapıldığıyla sınırlı bir olgu değil, her şeyden önce askeri-politik bir konu. Malları nerede ürettiğinizden ziyade nerede tükettiğinizle, nasıl tasarladığınız, fikri olarak dizayn ettiğiniz ve nerede pazarladığınız önem kazanmış durumda
Kıvanç Özvardar/Ekonomist dergisi