"O" da baskı altındaymış

Trichet, göreve geldiğinin ilk dört yılında üç büyük hükümetin baskısını sürekli üzerinde hissettiğini söyledi.
Önce mali kriz, ardından borç krizinin patlak vermesi ile zor günler geçiren Trichet, Avrupa’nın temellerini güçlendirmek için yaptığı çalışmalar, para politikalarında gösterdiği başarı birçok uzman tarafından yoğun övgüyle karşılanırken bazı ekonomistler bankanın Yunanistan’ın devlet tahvillerini satın almak yönünde verdiği kararını ise acımasızca eleştirmişlerdi.
Hatta bazı ekonomistler, eleştirileri suçlama boyutuna götürerek, Avrupa Merkez Bankası’nın politik gelişmelere alet olduğunu ve bağımsızlığını yitirdiğini iddia etmişlerdi.
"ÜÇ BÜYÜKLERİN BASKISI ÜZERİMDE HİSSETTİM"
Bir toplantıda, üç büyük hükümetin baskısını üzerinde hissettiğini itiraf eden Trichet, bu üç ülkenin ismini vermese de bu ülkelerle ilgili çok kritik sözler söylemeyi de ihmal etmedi. Trichet, "Üç büyük Avrupa ülkesi istikrar ve büyüme anlaşmasını zayıflatmak isterken biz Euro Bölgesi'ndeki mali kontrolü muhafaza etmek için kararlı bir mücadele sürdürdük.” diyerek banka yönetimine yapılan eleştirileri reddetti.
Fransız Trichet'în sözleri son günlerde sıkça gündeme gelen merkez bankalarının siyasi baskı altında olup olmadıkları konusunu akıllara getirdi.
Asıl görevi para politikları aracılığıya fiyat istikrarını sağlamak olan merkez bankalarının siyasi iktidarlardan bağımsız, özerk olmaları istenen bir durum iken çoğunlukla bu tam olarak sağlanamıyor.
"İYİ OLAN TEK MERKEZ BANKASI NE YAPAR?
"İyi olan tek merkez bankası, politikacılara hayır diyebilendir" sözü litelatürde kabul görse de dünyanın pek çok ülkesinde merkez bankalarının araç ya da amaç bakımından siyasi iktidardan bir şekilde bağlı hareket etmek zorunda kalıyorlar.
Her ülke ekonomik koşulları çerçevesinde, bağımsız olduğunu iddia ettikleri merkez bankalarını tamamen serbest bırakmaya cesaret edemiyor. Hükümetler, merkez bankalarından fiyat istikrarı sağlama dışında hükümetin uyguladığı politikalar çerçevesinde de hareket etmelerini istiyor. Bu da bankaların bağımsız ve özerk bir yapıya sahip olmadıklarını ve hükümetlerin gerektiğinde merkez bankalarının kararlarına müdahale edebileceklerini gösteriyor.
Türkiye 2001 yılında kanun değişikliğine giderek Merkez Bankası'na bağımsız bir kurum niteliği kazandırdı. Ancak, Merkez Bankası eski Başkanı Durmuş Yılmaz'ın hükümetle arasındaki sessiz ama derin görüş ayrılığını ve yeni başkan Erdem Başçı ile aşırı uyumu akıllara siyasetçilerin merkez bankalarının ve başkanlarının bağımsızlığından yana olmadığını düşüncesini getiriyor.
Avrupa Merkez Bankası başkanı Trichet'e sözleriyle, merkez bankalarının bağımsız kabul edilseler bile gerçek anlamda hükümetlerin güdümünden çıkamadıklarını, siyasi baskılara maruz kaldıklarını ve hükümetlerin de siyasi kaygılar adına bu kurumları kullanmak istedikleri gerçeğini gözler önüne seriyor.
AMB'NİN SÜPER MARİO'SU BAĞIMSIZ KALABİLECEK Mİ?
Trichet’nin halefi İtalyan Merkez Bankası’nın Başkanı Mario Draghi. İtalyan ekonomist, bağımsız bir merkez bankasına olan ihtiyacın önemini kavramış bir uzman. İtalyan iktisatçı, oldukça iddialı olduğunu her fırsatta dile getiriyor: “Arkadaşlar, benim imkânsız görevlere atılmaktan çekinmediğimi bilirler.”
Ancak, bazı çevreler Draghi'nin bu iddialı tavrını pek gerçekçi bulmadıklarını belirtiyorlar.
Alman Commerzbank’ın Baş İktisatçısı Jörg Krämer, Görevinin başında Draghi’nin enflasyona karşı mücadeleci bir görüntü çizmesi gerekiyor. Birçoklarının onun rahat davranan bir İtalyan olduğuna dair inancını boşa çıkarmak için bunu yapması şart.” diyerek Draghi'ye mesafeli yaklaştığını açıklarken , Allianz sigorta ve finansal yatırım şirketinin Baş Ekonomi Uzmanı Michael Heise ise, Draghi 'nin suçlamalara maruz kalmamak için satın alma hacmini düşüreceğini ve hem İtalyan hükümetine hem de Brüksel'deki Avrupalı politikacılara reformları hızlandırmaları için baskı yapacağını söylüyor.gazeteport