Ekonomi, kriz öncesi seviyelerine ulaştı mı?
Türkiye ekonomisine bakışın kriz sonrasında güçlü bir toparlanmayı resmettiğini ve diğer ülkeler ile karşılaştırıldığında doğru bir noktayı işaret ettiğini görüyoruz.
Sanırım bu soruya olumlu bir cevap vermek biraz zor. Zira, temel ekonomik göstergeleri teker teker inceledigimizde, topluca bir dönüşten ziyade bazı göstergelerin daha hızlı gidişi, bazılarının ise geriden takibini görmekteyiz . Ama uzaktan Türkiye ekonomisine bakışın kriz sonrasında güçlü bir toparlanmayı resmettiğini ve bu durumunda diğer ülkeler ile karşılaştırma durumunda oldukça doğru bir noktayı işaret ettiğini görüyoruz.
Ancak kendi özelinde, dinamiklerinde ve potansiyelinde Türkiye ekonomisi nerededir? Büyük ve uzun cevapları olan bu soruya, oldukça özet bir şekilde ve yalın bir analizle cevap aramak durumundayım. Hatırlamak gerekir ki, 2008 sonuna doğru ekonomik göstergeleri ciddi anlamda yansımaya başlayan kriz koşullarının öncesinde Türkiye ekonomisinin gidişatında da bir yavaşlama durumu sözkonusuydu . 2006ya kadar güçlü bir büyüme sergileyen ekonomi, gerek yapısal reformların durması, gerek politik belirsizlik ve gerekse yurtdışındaki koşullarında tersine dönüşü haberdar edici sinyaller ile beraber duraklama dönemindeydi. 2007de sürdürülebilir ve istikrarlı büyüme eşiği olarak bellediğimiz yüzde 4,5-5 aralığında bir büyüme sergilemişti . 2008 yılında ise dördüncü çeyrekte gelen büyük kriz vurgunu ile beraber 2008 yılı GSYİH büyümesi ancak yüzde 0.7 olabilmişti. Bu noktada, dördüncü çeyreği dışarıda tutarak, 2008 yılı üçüncü çeyreği itibariyle yıllık rakamları gözönünde bulundurarak kaba bir analiz yapmak çokta yanlış olmaz sanırım.
GSYİH alt kalemlerini incelediğimiz zaman deflate edilen rakamlardan yola çıktığımızda aslında özel sektör tüketim harcamalarının geldiği nokta dışında özellikle yatırımlar konusunda kriz öncesi seviyelerin oldukça altındayız. En son açıklanan ikinci çeyrek GSYİH rakamlarının yıllıklandırdığımızda, özel tüketim harcamalarının kriz öncesi seviyeyi yakaladığını görüyoruz. Yıl başından beri görülen çift haneli güçlü büyümenin arkasındaki asıl dinamo tüketim harcamalarıydı, bunu hepimiz biliyoruz. İkinci çeyrekte yatırım harcamalarına ilişkin beklenenin bayağı üzerinde bir büyüme rakamı açıklanmış olsa dahi görünen o ki, bütün bu yükseliş yaraları sarma çabasından başka birşey değil.
Türkiye tüketimle büyümeye ve bunun enflasyon sonucunu çekmeye alışık bir ekonomi. Son on yılda alınan bazı hayati derecede önemli önlemler ile beraber verimlilik artışı sağlanmış, geçmişe yönelik endeksleme alışkanlığı köreltilmiş ve enflasyonist olmayan büyüme sağlanabilmişti. Ancak büyüme dinamiklerimizi değiştirmedikçe, potansiyelimizi sadece tüketim yoluyla zorlayabileceğimizi düşündükçe ileride ki ısınan ekonomi ve enflasyon döngüsü kaçınılmaz olur. Ayrıca tüketim yoluyla büyüme sürdürülebilir bir yol olmadığı gibi istihdamı artırıcı rolünün kısıtlı olması, büyüyen ekonomi ve refah seviyesi ilişkisinin gücünü de sorgulanabilir bir hale getirir. Bütün bunların ışığında, uzun lafın kısası, Türkiye ekonomisi artık yatırımlar eşliğinde büyümeli, bunun istihdam etkisini görmeli ve refah seviyesindeki artış daha hissedilebilir olmalıdır.
Kriz sonrası hızlı toparlanma sonucu tüketim seviyesi neredeyse kriz öncesi seviyelerdedir, ancak yatırımlar için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Bu çerçevede yatırımları artırıcı politikalar uygulayarak ve ekonominin üretim kapasitesini arttırarak, ekonomik büyümenin potansiyel rakamlara yakın yerlerde seyretmesini sağlamak önem kazanmaktadır.
Özlem Bayraktar Gökşen
gazeteport