Bu kriz kolay bitmez
AB ülkelerinin gecelerini gündüzlerine katarak hazırladıkları rekor yardım paketi, bu krizin sonunu getirebilecek mi?
Pazartesi günü borsaların yaşadığı "ver coşkuyu" havasına bakıldığında yanıt evet gibi görünse de dün durumun böyle olmadığı net olarak anlaşıldı.
Çünkü hisse senedi piyasalarının verdiği olumlu tepki, para piyasalarında yankı bulamadı. Yani, borsalar coşsa da döviz kurları, faizler ve diğer borçlanma mekanizmaları çalışmaya başlamadı.
Avrupa'da bankalar bu pakete rağmen birbirine borç vermiyor. Borcunu ödemek yerine yeniden borç almak isteyen ülkeler de aynı sıkıntıyı yaşıyor.
Yorumların geneli 750 milyar euroluk pakete odaklansa da aslında Avrupa üç aşamalı bir paket açıkladı. Birincisi elbette 750 milyar euroluk bu paket.
İkinci aşama, bu paranın kullanım yöntemine ilişkin.
Yunanistan, İspanya ve Portekiz, borçlu ülkeler. Bu borç yükü piyasalarca risk olarak algılandığı için yatırımcılar bu ülkeler borç istemek için geldiklerinde, yani şu kadar faizle tahvil vereyim, bana borç ver dediğinde, kimse buna yanaşmıyor. Çünkü paralarını geri alamama olasılıkları olduğunu düşünüyorlar. İşte ikinci adım 750 milyar euroluk kaynakla bu ülkelerin tahvillerinin Avrupa Merkez Bankası tarafından satın alınması. Yani banka, geçen haftaya karşı tersini savunsa da "Piyasadan borç bulamazsan bana gel, ben veririm" diyor. Üstelik daha Perşembe günü buna karşı çıkan Merkez Bankası Pazartesi günü kendini tahvil alırken buluyor. Zaten paketin temelinde bu yatıyor.
Üçüncü aşama ise gerek ABD gerekse diğer ülkelerin merkez bankalarıyla koordineli yürütülen takas piyasası. Cuma günü tüm Avrupa'da hisse senedi piyasaları çökerken, euro cinsinden hisse satan ABD'li yatırımcılar dolar bulmakta güçlük çekmişti. Çünkü herkes dolar arıyordu. Bulunamayan dolar, panik havasını artırmıştı. Buna benzer bir tıkanıklığın tekrar yaşanmaması için, geçen yılki kriz zamanı açılan ve Şubat başında kapanan bu takas hattı yeniden açıldı.
Ama ilk bakışta para politikası açısından boşluk bırakmadığı düşünülen bu planın bir sorunu var.
Paket sadece borcu olan ülkelere yeniden borçlanma imkanı sağlıyor.
Yani borçlu olduğu için krize giren ülkelere daha fazla borç veriliyor.
Piyasaların ilk etkiyi atlattıktan sonra düşündükleri de bu oldu. Çünkü önemli olan yeniden borç bulabilmek değil, borcunu ödeyebilmekti.
Bir ülke borcunu nasıl öder? Gelirini yükseltmeye çalışırken, giderlerini kısar. Aradaki farkı borç ödemede kullanır. Yani Türkiye'nin daha önce yaptığı gibi faizi dışarda bırakıp bütçe fazlası vermeye çalışır. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için bu ülkelerin büyümesi gerekir. Ülke büyüyeycek ki vergi geliri artacak, harcamalarını da kısarak borç ödeyebilecek para yaratacak. Ancak mevcut durumda bu çok da mümkün görünmüyor.
Zaten bu nedenle para piyasaları durup ne olduğunu düşünmeye başladı.
Cuma günkü satış sırasında herkes elindeki riskli varlıkları, hisse senetlerini satıp dolara koşmuştu. Ama sadece dolar yeterli değildi, parayı park edecek iki güvenli limana sığınmak gerekiyordu. Bunlardan bir tanesi dünyanın en güvenli para piyasası aracıydı: 10 yıllık ABD tahvili. ABD batarsa dünya batar mantığından hareketle başlayan bu alım dalgası, 10 yıllık tahvilin faizini yüzde 3.43'e kadar düşürdü.
Her ne kadar paket sonrasında yüzde 3.55'e çıksa da ABD faizi geçen ay gördüğü yüzde 4 seviyesine yaklaşamadı bile.
İkinci güvenli liman ise altındı. 1210 dolara kadar çıkarak tarihi zirvesine yaklaşan altın, paket sonrası sadece 1200 dolara kadar geriledi. Yani yatırımcılar altın satıp yeniden piyasalara dönmedi, durup beklemeyi tercih etti.
Euro bölgesine olan güvenin göstergelerinden biri, euro/dolar paritesi. Euro, dolar karşısında 1.31'li seviyelerdeyken, cuma günü bir anda 1.27'ye kadar indi. Paket açıklandıktan sonra 1.29'a çıktıysa da bugün tekrar 1.26'ya indi. Yani paket öncesinin de altına indi. Yani, Türkçesi, yatırımcı euroya güvenmiyor.
Bir başka önemli gösterge daha var. Bankaların kendi aralarında kısa vadeli para alışverişi için kullandıkları 3 aylık dolar cinsi libor faizi. Libor, krizin başladığı geçen haftadan bu yana 0.42 düzeylerinde. Paket sonrasında da bu seviye değişmedi. Bunun Türkçesi de şu: Bankalar da birbirine güvenip para vermiyor.
Şimdi bu yazdıklarımızı alt alta koyup toplayalım:
1) Yatırımcılar borçlu ülkelerin borçlarını ödeyebileceğine güvenmiyor.
2) Yatırımcılar Avrupa Merkez Bankası'na güvenmiyor.
3) Yatırımcılar euroya güvenmiyor.
4) Bankalar birbirine güvenmiyor.
Bu kadar güvensizliğin olduğu bir dönemi ve büyüme açmazını da dikkate aldığımızda ortaya tek bir sonuç çıkıyor:
Bu kriz çok zor biter...
GAZETEPORT