Birçok gelişmiş ülkenin % 1-3 arasında oranlarda büyüyebildiği ve hatta Japonya'nın küçüldüğü bir yılda gayet başarılı bir performans (Tablo 1). Çin'in % 9,2'lik ve Hindistan'ın % 7,3'lük büyümeleri ile yarışan bir konumda (bu ülkelerin kalkınma seviyelerine yönelik gözlemlerime dayanarak Hindistan ve Çin'in aslında Türkiye'nin 2-3 kat hızla büyümeleri gerektiğini düşünüyorum).
Ama sadece 1 yıla bakıp yorum yapmak hele ki kriz döneminin çok oynak hale getirdiği büyüme gibi temel bir veride doğru değil. Krizi de içine alan son 4 yıla (2008-2011) bakıldığında Türkiye ekonomisi yılda ortalama % 3,4 büyüyebildi. Bu yine birçok gelişmiş ekonominin performansından daha iyi. Ama bu dönemde Hindistan % 7,7, Brezilya % 3,7 ve Çin de yılda ortalama % 9,6 büyüdüler (Tablo 1). Demek ki, biraz daha uzun vadeye baktığımızda aslında Türkiye, olması gerektiği gibi gelişmiş ülkelerin oldukça üzerinde ama Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerin de oldukça altında bir hızda büyümüş durumda.
Hızlı büyüme tepkisi neden?
4 yıllık hesap aşırı bir büyüme hızı göstermediği halde yurtiçinden ve dışından "çok hızlı büyüyor" tepkileri geldi. Hâlbuki iç dengede aşırı bir bozulma yoktu. Büyümeyi iç talep sürüklediği halde enflasyon ortalama % 8,4 olup % 5-10 bandında kaldı. Üstelik enflasyonu yükselten asıl sebep iç talep de değildi. TL'nin 2007 sonundan 2011 sonuna kadar sepet bazında yılda ortalama % 12 değer kaybetmiş olmasıydı.
O nedenle tepkilerin yoğunlaştığı yer dış denge, yani cari denge açığı oldu. 2008-2011 döneminde cari denge yılda ortalama ekonominin % 6'sı kadar açık verdi. Bu dönemde enerji dışı cari açığın da yükseldiği doğru. Ama cari açığı bu kadar artıran önemli bir sebep, bu dönemde enerji fiyatlarının çok yükselmesiydi. Enerji dışı cari açık bu dönemde yılda ortalama ekonominin sadece % 1'i kadar gerçekleşti (Grafik). Türkiye'nin enerji ithalat faturası 2004-2007 yılları arasında ortalama yılda 25 milyar $ olurken sonraki 4 yılda ortalama yılda 43 milyar $'a yükseldi. Üstelik bu dönemde yılda ortalama 6 milyon ton daha az petrol ithal edildiği halde. Yani Türkiye ekonomisi aslında çok daha verimli bir şekilde enerji tasarruf ederek büyüdü ama 2004'te variline 38 $ ödediği petrol 111 $'a çıkınca bunun faturasını da ödemek zorunda kaldı (Tablo 2).
Cari açıktaki bu kısmetsizlikleri göz ardı edip TL'nin enflasyonu artırıcı değer kaybını cari açığın yüksekliğine bağlayanlar da oldu. Kısmen doğru çünkü özellikle kriz döneminde Türkiye'ye yeteri kadar döviz akışı olmadı. TL'nin daha sert bir düzelme yaparak cari açığı azaltmasını ve ekonominin daha şiddetli daralmasını Merkez Bankası'nın döviz satışları engelledi. Ama TL'nin özellikle 2011'deki değer kaybının ardında Merkez Bankası'nın TL'nin kısa vadeli spekülatif cazibesini azaltan faiz politikası olduğunu unutmamak gerekir. Kısa vadeli sermayeyi kovalamanın bir bedeli var elbette. Ama faiz sonradan yine yükseltilince TL'nin aşırıya kaçmaya başlayan değer kaybı da durdu.
Dolayısıyla, 2011'deki büyüme yüksek gibi gözüküyor ama aslında son 4 yıla bakıldığında Türkiye ekonomisi aslında potansiyelinin altında kaldı. O nedenle enflasyon tarafında çok olumsuz etkilenmiş değil. Cari açık tarafında ise enerji fiyatları böyle artmış olmasa yine bu kadar tepki çekecek büyüklüklerde olmayacaktı.
2012'ye dikkat!
2011 yılındaki büyümenin böyle yanlış algılanması Türkiye'de otoriteleri de ekonomiyi yavaşlatma derdine düşürünce 2012'yi tehdit eder bir duruma getirdi. İhtiyati tedbirlerle fonlama ve diğer maliyetleri artan bankacılık sistemi yavaşladı. TL'nin zayıflamasıyla iç talep ve ithalat dizginlendi. Bir de üzerine 2011 sonuna doğru Türkiye'nin en büyük ihracat ve finansman pazarı olan Euro Bölgesi'ndeki krizin şiddetlenmesi eklenince bir anda Türkiye'ye yönelik beklentiler olumsuza döndü. Öncesinde hızlı büyüyor diye şikâyet edenler bu sefer de ekonomi duraklayınca bankaların batık kredilerinin ne kadar artacağı, istihdamın ne kadar azalacağı gibi sorunları tartışmaya başladı. Gerçekten de Türkiye'nin yapısal sağlamlığı ile demografik özelliklerine bakıldığında asıl tehlike ekonominin büyüyüp cari açığı yükseltmesi değil. Büyüme potansiyeline ulaşamayıp kalkınamaması.
Ben 2012 yılının özellikle yurtdışından tahmin edildiği gibi kötü geçmeyeceği beklentisindeydim. Burada iki temel dayanağım vardı. Birincisi, yurtdışında global krize yönelik olumsuz beklentiler aşırıya kaçıyordu. 2012 global anlamda düşünüldüğü kadar kötü olmayacaktı. Ayrıca Türkiye ekonomisi Euro krizine rağmen özellikle ihracat tarafında gayet iyi gidiyor, lojistik ve fiyatlama avantajlarını kullanarak Bölge'ye olan ihracatını çift hanelerde artırabiliyordu. 2011 yılında toplam ihracatımız % 17 artarken AB'ye olan ihracat % 14 arttı. İkincisi ise ekonominin zaten fazla sıkıldığı ve otoritelerin ters yönde ekonomiye destek verecek manevra alanının bulunmasıydı. Gereğinden fazla bir durgunluğa gidildiği görülünce Merkez Bankası'ndan Maliye'ye ve BDDK'ya çeşitli birimlerin reel sektörü ve finansal sistemi rahatlatabilecek kararları almaları mümkündü.
Gerçekten de Türkiye ekonomisi beklentiler doğrultusunda 2011 sonunda iç talep üzerinden yavaşladı. Büyük olasılıkla 2012'nin ilk çeyreğinde de yerinde saydı. Bunun en güzel göstergesi yılın ilk 2 ayında enerji dışı ithalatın % 4 daralmış olması. Ama beklentilerin tersine global ekonomi 2012'ye beklenenden daha iyi bir konumda girdi. Özellikle Euro krizi Avrupa Merkez Bankası'nın likidite önlemleri ve Yunanistan'da zararların "şimdilik" temizlenmesiyle şiddetini kaybetti. Finansal piyasalar rahatladı. ABD ekonomisi istikrarlı büyümeye devam ederken istihdamı artırmaya başladı. Euro Bölgesi'ndeki küçülme Almanya'nın dayanıklılığı sayesinde korkulduğu kadar şiddetli olmadı. Gelişmekte olan ülkeler yavaşlasa da global büyümenin motoru konumunu sürdürüyorlar.
Bu durumda Türkiye ekonomisindeki duraklamanın geçici olduğunu ve artan güvenle birlikte yılın 2. çeyreğinden itibaren ekonominin yıl sonunda % 4-5 aralığına tekabül edecek biçimde büyümeye geçeceği düşünülmeli. O takdirde bu yılın hikâyesi cari açık değil, yumuşak iniş olacak ve birçok önyargı yıkılacak. Aksi takdirde manevra alanı olan otoritelerin çabuk devreye girip bu senaryoyu riske etmemeleri gerekir. saruhan özel- zaman
Yazdır