Türk Lirası değer kazanıyor / Murat Yulek / Zaman |
Türk Lirası'nın reel değeri geçtiğimiz ağustos ayından beri yükselişte. 2011 Eylül ayı ile 2012 Şubat ayı arasında reel kur yüzde 10'un üzerinde değer kazandı.
Merkez Bankası'nın geçen hafta yaptığı gibi likidite kısıntıları bu süreci daha da hızlandıracak. Reel kurun değerlenmeye devam etmesi, son dönemde enerji dışı dış ticaret açığında yaşanan düzelme eğilimini tersine çevirebilir. Yani, likidite politikasına dikkat edilmesi gerekiyor. Tüketici ve üretici fiyatları enflasyonu önümüzdeki aylarda düşmeye devam edecek. Bu eğilimi riske sokabilecek bir unsur enerji fiyatlarıysa, diğeri de Türk Lirası'nda nominal değer kaybı olabilir. Bu da Merkez Bankası açısından bir kısıt oluşturuyor. Merkez Bankası bu kısıtlar arasında hareket etmeye çalışıyor. Merkez Bankası'nın elini zorlaştıran unsur ise diğer ülkelerdeki (özellikle Avrupa ekonomilerindeki) dalgalanmalar. Enerji dışı dış ticaret açığındaki düzelme Reel kurdaki 'düzeltmeyle' birlikte son dönemde enerji dışı ticaret açığında olumlu bir süreç yaşanıyor. Enerji dışı ithalat kalemlerindeki artış hızı 2011 yılının ikinci yarısında hızla düşerek son aylarda negatif seyretmeye başladı. Bunda, 2008-2009 yılındaki şiddetli gerileme ve bunu takiben 2010-2011 başlarındaki hızlı yükselişin getirdiği baz etkisinin de katkısı oldu. Ancak 2011 yılının ikinci yarısındaki hareketli ekonomiye rağmen enerji dışı ithalattaki yavaşlamada kurun önemli etkisi olduğu kesin. Önümüzdeki dönemde ekonomideki yavaşlama, ithalat üzerinde kur etkisine paralel etki gösterecek. Yani, mevcut eğilimler altında enerji dışı ithalatta olumlu gelişme bekliyoruz. Ancak bu eğilimin olumlu olmakla birlikte cari denge açısından yeterli olmadığını da belirtelim. Zira, aylık bazda bakıldığında bu kalemdeki toplam ithalat 2008 başlarında ulaşılan zirvenin altında olsa da yine de tarihi yüksekliklerde. Ayrıca, enerji kalemlerinde ithalat rakamları hâlâ çok yüksek. Bunda hem miktar hem de fiyatların etkisi var. Dolayısıyla, artan enerji ithalat rakamları eklendiğinde toplam ithalat hâlâ yüksek seyrediyor. Reel kur iki sebepten değer kazanır: Sepetteki nominal kurlardaki değişim ya da sepetteki ülkelerle bizim ülkemiz arasındaki enflasyon farkı. Türkiye'de reel kur, 2010 yılının son çeyreğinden itibaren bir "düzeltme" yaşadı. Bu süreç 2011'in ortalarından itibaren tersine döndü. Grafikte göreceğiniz gibi bu sürecin geriye dönmesinde Türkiye'de 2011 yılının başlarından itibaren iç enflasyonun yükselmesinin önemli rolü oldu. Yukarıda söylendiği gibi önümüzdeki aylarda Türki-ye'de enflasyonun yönü temel olarak aşağı. Dolayısıyla reel kurdaki artış yavaşlayacak. Ancak yurtdışıyla enflasyon farkı seviye olarak hâlâ yüksek ve inişe rağmen yüksek kalacak. Hedeflenen yüzde 5'ler seviyesine ulaşıldığında dahi sepetteki kurlarla arada en az 3 puan civarında fark olacak. Yani nominal kurlar hareket etmezse reel kur "durağan halde" dahi yükselmeye devam edecek. Hangi kur seviyesini korumalı? Dolayısıyla, dolarda 1,80'lerin altını (enformel) bir hedef gibi görmemek gerekiyor. Merkez Bankası'nın bir kur seviyesini taahhüt ettiği gibi bir algının oluşması, piyasalarda gereksiz (ve yanlış) bir "psikolojik" performans eşiği haline gelebilir. Bu da Merkez Bankası dahil olmak üzere karar alıcılar açısından lüzumsuz bir kısıt üretir. Nominal kurlarda temelsiz dalgalanmalardan makroekonomiyi korumanın önemli bir görev olduğuna şüphe yok. Ancak bunu yaparken kafalarda enformel de olsa kur eşikleri oluşturmamak gerekiyor.
Kol saatleri Türkiye'yi keşfettiTürkiye ilginç bir ülke. Gün geçmiyor ki bir gazetemizde bir yabancı kol saati üreticisinin temsilcisiyle ilgili haber çıkmasın. Haberler hep birbirine benziyor. Şöyle bir şey: "x lüks saat üreticisinin Genel Müdürü Francois Y. dedi ki; Türkiye en sevdikleri piyasa. Zira Türkler kol saatinden çok anlıyorlar." Bu bir pazarlama taktiği mi yoksa gerçekten Türkiye'de değerli kol saatleri çok mu satıyor bilmiyorum. Zira cep telefonundaki bana yettiği için uzun süredir kol saati kullanmıyorum. Eminim bazıları bu yazıyı okuyunca hayıflanabilir: "Aksesuardan anlamadığımdan dolayı." Aksesuvardan gerçekten anlamam ama bu lüks merakı Türkiye'ye fazla pahalıya mal oluyor. Türkiye, 100.000 Euro'luk saatlerle tatmin olanların ülkesi olduğu kadar çalışıp kazananların ve sanattan sanayiye ürettiğiyle tatmin olanların ülkesi olsa diye düşünüyorum. Kalem ithalatçısıyızHabertürk'ten Menekşe Ataselim'in 12 Mart tarihli haberi dikkatimi çekti. Sanayi Bakanlığı'nın bir incelemesinde kalem konusundaki dış ticaret açığı ele alınmış. Ortaya şunlar çıkmış: Türkiye kurşun kalemde 15 milyon dolarlık ticaret açığına sahipmiş. Buna karşılık Almanya, kurşun kalemde 81 milyon dolarlık ticaret fazlasına sahip. Şunu da ekleyelim: Çin toplam 300 milyon dolar, Almanya ise 138 milyon dolar kurşun kalem ihracatı yapıyormuş. Tükenmez kalemde durum daha da ilginç. Türkiye'nin net ithalatı (ithalat eksi ihracat) 70 milyon dolarken Almanya'nın net ihracatı 460 milyon dolarmış. Çin ise toplam 1,5 milyar dolarlık ihracat yapıyormuş. Aklıma bazı sorular geliyor. Standart tükenmez ya da kurşun kalemin "para kazandırmaz" / düşük kârlı bir ürün olduğunu anlayabiliyorum. O halde Almanya neden 900 milyon doların üzerinde ihracat yapıyor? Bunların hepsi "yüksek fiyatlı kalemler mi"? Bir başka deyişle Çin kalemin ucuzunu, Almanya ya da Fransa pahalısını mı satıyor? Ölçek problemi mi var? Biz kalemde değer skalasının neresindeyiz? Ya öteki sektörler?
murat yulek /Zaman |