Sorun ne kadar derin olursa para muslukları da o kadar açılır. 1990 ABD banka iflasları, 1994 Meksika krizi, 1997 Asya ve peşi sıra Rusya krizleri ve 11 Eylül (2001) şoklarında hep aynı senaryoları izledik (Grafik 1). ABD Merkez Bankası FED ve diğerleri özellikle kendi ekonomilerini de resesyona sokabilecek her global krizde çareyi bankalara ve piyasalara bol ve ucuz likidite sağlamakta buldular.
Neden?
Bunu niye yaptıklarını görmek zor değil. Kriz, finansal sistemde (bankalarda ve piyasalarda) güvenin kaybolması ve likidite bulmanın çok zorlaşması demek. Elinde likidite (fon, para) olan bir banka, geri alamayacağını düşündüğü için bunu ihtiyacı olan başka bir bankaya vermiyor. Finansal sistem bir anda tıkanınca varlık fiyatları düşüyor ve tüketiciler harcamaları kısarak tepki veriyorlar. Reel sektörde de çarkların dönmesi zorlaşıyor. Kriz öncesi satışların iyi olduğu dönemlerde büyük stoklarla çalışıldığı için bir anda stoklar şişiyor. Şirketler üretimi yavaşlatırken kâr marjlarını daraltıp stoklarını eritmeye çalışıyorlar. Azalan kârlılığa, çalışan sayısını azaltıp genel maliyetlerini kısarak tepki veriyorlar. Bir fasit daire içine giriliyor.
Çare hep yeniden finansal sistemi çalıştırabilmek oluyor. Sürekli geriye bakıp resesyonun şiddetlenmesinden korkan merkez bankaları, parayı basıp finansal sistemin likidite ihtiyacını gideriyorlar. Çünkü aksi takdirde normal bir zamanda sermayeleri yeterli olan bankalar bile likidite bulamadıkları için havlu atmak zorunda kalabiliyorlar. Ve bu, resesyonu (üretim düşüşünü) şiddetlendiriyor. Ucuza kısa vadeli borçlanan sistem daha yüksek uzun vadeli faizlerden para kazanıp (yani meşhur carry trade) sermayesini güçlendiriyor. Ekonomi tekrar potansiyel büyüme hızına yaklaşıp istihdam oluşturmaya başladığında ise verdikleri likiditeleri geri çekmeye başlıyorlar.
Bugün de aynı hikâye
Aynı durum son yaşanan global kriz için de geçerli. FED, ECB, BOE, BOJ krizle birlikte hemen politika faizlerini sıfıra yakın oranlara düşürdüler. Bu ucuz maliyetlerde finansal sisteme ihtiyacı kadar olan krediyi verdiler. Libor maliyetleri son 10 yılın en düşük seviyelerine geriledi (Grafik 2). Bu kredileri kalitesi giderek düşen teminatlarla yaptılar. Örneğin, FED krediye ihtiyacı olan ABD bankalarını batık ipotek kredileri içeren tahvilleri teminat alıp fonladı. ECB Avrupa bankalarını piyasaların çok kısa vade dışında kredi açmadığı Yunan devletinin tahvillerini teminat kabul edip kredi verdi. Yetmedi. Faizleri sıfırın altına çekemeyen merkez bankaları (FED, BOE ve BOJ) "parasal genişleme" uygulaması adı altında bankalar, sigorta şirketleri, emeklilik ve yatırım fonları gibi özel sektörün ellerindeki devlet tahvillerini ve benzeri varlıkları satın aldılar ve ekonomilerine doğrudan para aktardılar. SNB (İsviçre Merkez Bankası) kriz nedeniyle talep gören para birimini zayıflatmak için piyasaya sürekli Frank sürüp döviz aldı. Sonuçta merkez bankalarının bilançoları hızla büyüdü (Grafik 3).
Normalde bol ve ucuz kredi vermek, kısa vadeli yapılırsa sorun değil. Vadesi geldiğinde koşullar da uygunsa geri çekilebilir. Ama 2011 yılının son aylarında FED ve ECB, verdikleri kredilerin vadesini de uzatarak olayı iyice abarttılar. FED daha önce yapılmayan bir şeyi yapıp 2013 ortasına kadar faiz artırmayacağı güvencesini verdi. ECB de krizin en şiddetli anında bile en fazla 1 yıl yaptığı fonlamayı 3 yıla çıkartarak bir başka rekor kırdı. Bunu yapmadan önce de daha önce neden yükseltildiğini kimsenin anlamadığı politika faizini yeniden % 1'e indirdi (büyük olasılıkla 2012 ortasına kadar % 0,5'e indirecek). Teminatların kalitesini düşürdü. Diğer bir deyişle, Euro Bölgesi'nde bir banka istediği kadar likiditeyi düşük kaliteli teminat karşılığında % 1 faizle 3 yıllığına alabilecek konuma geldi. Bankalar, bu muhteşem "carry trade" ikramını reddetmediler ve ilk ihalede 500 milyar 'ya yakın bir fonu ceplerine koydular (yakında vadesi gelen ECB'ye geri ödemeleri saymazsak aslında net borçlanma miktarı 300 milyar kadar oldu ama bu da ECB bilançosunun onda biri gibi önemli bir miktar).
Gelişmiş ülkelerin bu iyice açılan para musluklarına artık gelişmekte olan ülkeler de destek vermeye başladılar. Global ekonomi büyüyor ve enflasyon baskısı oluşuyor diye 2010 yılında faizlerini yükseltmekte olan Brezilya, Çin, Endonezya 2011 ortasından itibaren faiz (ve munzam) indirimine gittiler; G.Kore, Polonya ve Hindistan faiz artışlarını durdurdu (Grafik 4).
Kıssadan hisse
2007 sonunda başlayan ve hâlâ etkileri devam eden global kriz özellikle gelişmiş ülkelerde 2. Dünya Savaşı'ndan beri yaşanan en şiddetli kriz. 2009 yılında dünya ekonomisinin geçmişte pek de rastlanmayan biçimde küçülmesi bunun kanıtı. İşsizlik oranları çok yüksek ve düşemiyor. 2010'da eski seviyelerine gidiyor gözüken büyüme yeniden baskı altında. Buna merkez bankalarının verdiği tepki de krizin kendisi kadar şiddetli. Dünyada para politikaları topyekûn ve radikal şekilde gevşetiliyor (Türkiye dahil birkaç ülke dışında ama onlar da ilk fırsatını bulduklarında gevşetecekler). Amaç, finansal sistemlerin iyice rahatlamasını ve rahatça kredi verebilecek hale gelebilmelerini sağlamak ve bu sayede birikmiş stokları bir an evvel eritmek.
Geçmişte bu ne zaman yapıldıysa dünya ekonomisi bir süre sonra yıllar süren bir bolluk sürecine girdi. Çünkü hep geriye bakan merkez bankaları uyanıp da likiditeyi geri çekmeye başlayana kadar atı alan Üsküdar'ı geçti. İleride yeni krizlere sebebiyet veren balonların temelleri bu dönemlerde atıldı.
Bugün bu ultra gevşek para politikalarının enflasyon oluşturacağından korkanlar var. Doğru enflasyon olacak olmasına da, mal ve hizmet fiyatlarında değil. Varlık fiyatlarında. Üç vakte kadar.
saruhan özel - zaman