Hafta içinde açıklanan Orta Vadeli Program (OVP) Türkiye ekonomisinin önümüzdeki üç yılının hedeflerini ortaya koyarken iyimser bakış açısının devam ettiğini gösteriyor.
Ancak başta cari açık olmak üzere Türkiye'nin büyümeden kaynaklanan yapısal sorunlarını en aza indirmeyi amaçlayan bir program olarak görünüyor. Büyümede 2010-2011 yılındaki hızın yavaşlayacağı kurlardaki hızlı artış sonrası aşağı yukarı belli olmuştu. Ağustos ayındaki kırılma esnasında biraz da bilinçli yapıldığı izlenimini veren kur artışında ihracattaki artıştan çok ithalattaki tırmanışın ve yüksek kredi hacmi dahil aşırı harcamaların önüne geçilmeye çalışılmış, piyasalar Avrupa ve ABD'de yaşanan not indirimlerinden faydalanılarak krizden biz de etkileniriz mesajı ile terbiye edilmişti. Küresel piyasalarda özellikle not indirimlerinde değişen bir şey olamamasına rağmen üstelik TL cinsinden de olsa sıfırcı hocaların not artışına mazhar olduğumuz günün hemen ardından döviz kurlarında yaşanan tırmanış, Merkez Bankası'nı harekete geçirmişti. Dolar kuru bir yıllık süreçte lira karşısında yüzde 30 artarken son çeyrekteki artış yüzde 11'i bulmuştu. Diğer gelişmekte olan ülke piyasalarına göre lira hızla değer kaybetmiş, son 10 yılın en yüksek kur artışları 2011 Haziran sonrasına bırakılmış gibiydi. Sonuçta birkaç gün önce açıklanan Orta Vadeli Program'da kurlardaki artışın devam edip etmeyeceğine yönelik hükümetin bakış açısını görmüş olduk. Bağımsız Merkez Bankası dahil hiçbir kurumun dalgalı kur rejiminde kur beklentisi olmaz ancak günümüzde kur savaşlarının hakim olduğu bir gerçek. 2000'li yıllar öncesinde şimdiki mega spekülatörler devletin Hazine'sini ve Merkez Bankasını zorlayarak çok önemli hasarlar verdiler. Ama 2002 yılından bu yana ekonomi yönetimleri ve kurumlar daha basiretli davranarak 2009 krizinde Türkiye'nin önceki krizler düşünüldüğünde hasarın en hafif bir şekilde atlatıldığı görüldü. Bu dönemde IMF ile anlaşmak zorunda olduğu TÜSİAD tarafından dile getirilen Türkiye, iki yıl üst üste en hızlı büyüyen Avrupa ülkesi oldu. Sonuçta enerji bağımlısı olan Türkiye, artan enerji faturası ve ekonomiye olan güvenin halka fazla harcama yaptırmasının ve seçim yılı olmasının etkisiyle yüksek bir cari açıkla karşı karşıya kaldı.
Dünya piyasalarına baktığımızda kriz belki Avrupa odaklı yaşanıyor, ABD'nin notu kırıldı ama gelişmekte olan piyasalar yabancı çıkışlarıyla daha fazla etkileniyorlar. İflasın eşiğine gelen Yunanistan'da Borsa üç yıl öncesi 3000 puan seviyelerini aşmışken bugün 700 puan seviyelerinde ve alıcı halen yok. 3,2 trilyon dolar nakit fazlası bulunan ve her yıl ortalama yüzde 9 büyüyen Çin Borsası S.O.S vermeye devam ediyor. Petrochina'nın halka arz edilmesinin ardından üç yılda 6.000 puandan 2.300 puana gerilemiş durumda. Böyle bir ortamda ABD borsaları hiç fena bir noktada değil. Dow Jones ağustostaki not indirimine rağmen 10.600 puandan müthiş bir tepki vererek 12 bin sınırına yaklaştı. İMKB endeksi ise dolar bazında 51.000 puandan 32.000 puana gerilemiş durumda. Ağustostan beri hisselerde dolardaki yükselişin etkisiyle önemli gerilemeler yaşandı. Kur artışından bazı şirketler nasibini fazlasıyla alırken fiyatların dolar bazında gerilemesi yabancıları eylül ayında tekrar İMKB'ye döndürdü. Orta Vadeli Program ve ekonomik tedbirlerin bazı sektörlere olan talebi zayıflatacak olması önümüzdeki dönemde hızlı giden sektörlerdeki kâr artışını tırpanlayabilir. Otomotivde yüksek kârlılık oranları satışların da hız kesmesiyle 2011 son çeyreğinden itibaren kâr artışını zayıflatabilir. Bir bakıma 2009 yılındaki teşviklerden sonra hızla büyüyen sektörlerde hem dış talebin zayıflaması hem de uygulamaya sokulacak tedbirler olumsuz etkilerde bulunabilir.
OVP not artışını hızlandırır mı?
Kredi derecelendirme kuruluşları not artışı için çok hevesli gözükmeseler de cari açıktaki tırmanışın hız kesmesi ve OVP'nin açıklanmasıyla birlikte Türkiye'nin notu konusunda daha iyimser yaklaşımlara girebilirler. Piyasalar da bir not artışı beklentisine girilecek olursa pozitif bir ayrışmaya gidebilir. Kurların geçen yıla göre ortalama yüzde 25 yüksek olması da bu ayrışmaya destek verebilir. Ama elimizde yabancıların Türkiye'ye yönelik olumlu ve net yaklaşımları halen zayıf. Fiyat hedeflemeleri tatmin edici değil. Adeta piyasanın daha da gerilemesini istiyorlarmış gibi bir yaklaşımları var. Yerli yatırımcılar ise halen Borsa'ya soğuk bir bakış açısı içinde günlük hareketleri izlemekteler. Bu sebeple belirgin bir trend söz konusu değil. Geçen hafta belirttiğimiz gibi kur artışından olumlu etkilenecek şirketler artık bu haftadan itibaren daha net bir ayrışmaya doğru gidecekler. Endeks ise dolar bazında 34.500-29.000 aralığında hareket etmeye devam edecektir.
Euro'nun seyri için Merkel'i izleyin
Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) faiz oranlarını düşürmeyerek sabit bırakması 1,31 seviyelerine kadar gerileyen Euro/dolar paritesindeki düşüşün hızını kesmişti. Bu noktada Avrupa borç sorununu çözmeye yönelik olan EFSF yani Avrupa Finansal İstikrar Fonu'nun genişletilmesine yönelik 17 AB ülkesinin meclis oylamalarında sorun çıkmayışı ve 23 Ekim'de toplanacak AB liderler zirvesinden çıkacak kararın olumlu yorumlanması pariteyi yukarı taşıdı. Slovakya'daki ikinci oylamada olumlu sonuç çıkması ve bu kararın hemen arkasından İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi'nin güvenoyu alması, pariteyi hızla 1,38'in üzerine taşıdı. Oysaki kısa bir süre önce parite hızla aşağı doğru hareket ederken ve Avrupa bankalarının notları bir bir düşürülürken tam tersi bir durum söz konusuydu. Euro'daki yükselişin 23 Ekim sonrası aşağı doğru döneceğini tahmin etmek çok da zor olmasa gerek. ABD ekonomisinin son açıklanan istihdam verisi ile Avrupa'ya oranla daha pozitif bir görünüm içinde olduğu, AB'nin adeta hasta adam ve karar almakta güçlük çeken hantal görüntüsüyle para biriminin çok da güven vermediğini düşünüyorum. Teknik olarak 1,39 seviyesindeki kırılma noktası aşılmadıkça sert aşağı dönüş için Almanya Başbakanı Angela Merkel'i izlemekte fayda var, görüşündeyim. Selim Işıklar/Zaman