2006 sonrasında ekonomi politikasıyla ilgili önemli gündem ve reform önceliklerinin, siyasal gündemin gerisinde kaldığı sır değil. 2007’den itibaren giderek yükselen siyasal gerilimin ve gündemin ana maddeleri, siyasal iradenin de temel önceliği halini almıştı. 2009 yerel seçimleri ile bu öncelik sıralaması değişmedi. 2009’da küresel krizin ekonomilerde yarattığı hasar 2010’da yerine konabildi. Ama bu defa da, 2011 seçimi ufukta göründüğünden, ekonomi politikasında yapısal bir değişiklik yapılamadı. İyi bir örnek mali kuraldır; teknik düzeyde hazırlıklar tamamlanıp tam da yürürlüğe sokulacakken, Başbakan Erdoğan son dakikada durdurdu.
12 Haziran genel seçim sonucu, oy oranından çok sandalye sayısını ön plana çekmişti. Sonuçlara bakılırsa anayasa değişikliği uzlaşmayı zorunlu kılıyor. Bu durumda da seçimleri kazanan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tek başına değişikliği zorlaması ve bunun da tek başına referanduma götürülmesi olasılığı ortadan kalktı. Yani tek başına referanduma götüreceği bir anayasa değişikliği ufukta yok. Bu durumda da hem ekonomi politikası açısından hem de rekabet gücümüzü arttıracak mikro reformlar için iktidar partisinin üzerine sinecek herhangi bir ‘sandık tedirginliği’ de olmayacak demektir.
Yeni politika fırsatı
Daha teknik, daha bir ‘terzi işi’ ekonomi politikası tasarımı için bundan iyi bir fırsat olamaz. İşin doğrusu, ekonomik görünüm açısından da önümüzdeki küresel konjonktürün pek de sevimli bir hali yok. Belki de, üçüncü dönem iktidarını yürütecek olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ekonomide en zorlanacağı bir döneme giriyoruz. ABD’de bütçe sorunları baş göstermeye başladı. Parasal genişlemeden beklenen yararların marjinalleştiği bir süreç yaşanıyor. Olası üçüncü bir parasal miktar genişlemesine olan güven şimdiden şüpheler içeriyor. AB’deki krizin belki de henüz başlarındayız. Krizin ‘semptomatik tedavisi’ yapılıyor. Amaç, çevreden merkeze yayılmaması. On yıllardır resesyonla boğuşan Japonya, küresel krizle birlikte yeniden dibe doğru hareket etti. Kısa bir toparlanma sonrasında deprem ve nükleer felaketle birlikte yeniden daralma ve deflasyonist bir süreç yaşaması kaçınılmaz olacak.
İşte böyle bir konjonktürde, rekabetçiliğimizi arttıracak mini reformları yaparken, küresel daralmalara -ki uzun süreli olabileceklerini de hesaba katarak- rezerv oluşturan maliye politikasına dayanan bir yeni ekonomi politikası tasarımı, birinci sırada gelen bir önceliktir.
Halk refah artışını istiyor
Şurası açık, Türkiye yapısal ve yönetsel krizlerden uzak durmayı, gelir artışını ve zenginleşmeyi sevdi. Halk refah artışını istiyor. 2009 krizi gibi özellikle dış kaynaklı arızi krizleri de çok fazla dert edinmiyor. Bu, pazar günkü seçimde de ‘ipuçları’ alınmış bir veri ise önümüzdeki dönemde arızi değil ama sürekli bir durgunluk ya da zenginlik yolunda ‘umut kırıcı’ bir konjonktür hayal kırıklığı yaratabilir. O zaman, yüzde 50’lik oy desteğiyle yeniden iktidar olan partinin yapacağı iş, bugünlerin popüler gündemindeki cari açığa dönük ‘semptom’ tedavisinden çok, bunu da içine alan ama yapısal ayakları olan yeni bir ekonomi politikası tasarımını ortaya koymak olmalıdır.
Uğur Gürses- Radikal
Yazdır