Yazdır

Cari denge açığı ne zaman sorun olur?

Tarih: 21 Nisan 2011 - 01:24

Bir süredir yazılarımda iki önemli mesaj vermeye çalışıyorum:

Biri, artık ev hanımlarını bile şikayet eder hale getirdiğimiz yüksek cari denge açığının ekonomideki yatırım harcamaları sonucu ortaya çıkmış olduğu. Ülkenin demografik, coğrafik ve stratejik yapısı itibarı ile önemli bir ekonomik potansiyeli var. Girişimci, eğitimli ve kriz tecrübesine sahip özel sektör bu potansiyeli değerlendirmek için yatırım yapmak istiyor. Şirketler büyük yatırım harcamalarını kendi sermayeleri ile yapmayacakları için borçlanıyorlar (Grafik 1). Sermayelerini ve yatırım projelerinin potansiyelini (geri ödeme kapasitesini) teminat gösterip makul maliyetlerde ve uzun vadeli döviz finansman temin ediyorlar.

Neden döviz? Çünkü hâlâ finansal sistem, içeride yatırımlar için gerekli olan makul maliyetli ve uzun vadeli TL finansmanı tam olarak sunamıyor. Merkez Bankası'nın 2006 öncesindeki vahim yanlış para politikasını düzeltmesi ve ülke risk priminin azalmasıyla birlikte TL artık çok daha makul maliyetli (makul reel faizi ile borçlanılabilecek) bir para birimi haline geldi. Ama vade sorunu hâlâ devam ediyor. Şirketler hâlâ 10-20 yıl gibi uzun vadelerde kolayca TL finansman bulamıyor. Çünkü finansal sistemin TL kaynakları kısa vadeli. En önemli tasarruf kanalı olan banka mevduatları ülkenin kriz geçmişinin oluşturduğu güvensizlik ile ağırlıklı 1 ayın ötesine geçemiyor (1 yıl isteyen de yok ama hiç değilse 5-6 ay olsun). Otoriteler de bu yönde radikal davranmaktan çekiniyor. Kısa vadeli TL kaynaklar ile ancak kısa vadeli operasyonlar ve tüketim finanse ediliyor.

Sonuçta, ekonomideki yatırım potansiyelinin mecbur kıldığı bu döviz borçlanma ile cari denge açığı yapısal olarak yükseliyor (Grafik 2). Döviz kurlarının ithalatın TL maliyetini düşük tutması, yatırım harcamalarının ithalatı da körüklemesine sebep oluyor ve dönem dönem dünyada hammadde fiyatları artınca fatura da yükseliyor. Eğer bu model değişmezse tek çare ülke potansiyelinin gerektirdiği kadar yatırım yapmamak. O zaman da ülkede refah artmayacak ve hayat şartları meşhur deyimle 'muasır medeniyet' seviyelerini yakalayamayacak. O yüzden cari açığa karşı alınan önlemleri abartmamak ve ekonominin potansiyelini düşürmemek gerekiyor.

Diğer önemli mesajım ise bu döviz finansmanın ekonomi basınında abartıldığı kadar spekülatif ve kırılgan olmadığı. Dış borç verilerinde 1 yılın biraz altı kısa vadeli iken, 1 yılın biraz üstü uzun vadeli tanımlanıyor. Son 1-2 yıldır finansmanın uzun vadeden kısa vadeye kaydığı ve bu ağırlıklı bankacılık sistemi üzerinden geldiği için yine bankacılık üzerinden dizginlenmesi gerektiği vurgulanıyor (Grafik 3). Halbuki geçmişte mevzuat gereği ancak yurtdışından döviz borçlanabilen şirketler normalde kısa vadeli kullanacakları finansmanı KKDF'den kaçınmak için 1 yıl 1 hafta vadeye çekiyorlardı. Mevzuatın içeriden döviz borçlanmaya izin verdiği geçen yıldan itibaren de zorunluluk ortadan kalkınca bankalar artık yurtdışından daha kısa vadeli borçlanıp içerden kredi verebiliyor. Bankaların kısa vadeli borçlanması, uzun vadeli bir iş ilişkisi ve güven gerektiren sendikasyon veya post-finansman gibi mekanizmalarla oluyor ve giderek vadeleri uzuyor. Bunlar direkt hisse senedi ve gayrimenkul fiyatlarını balon haline getirecek spekülatif pozisyonların finansmanı değil. Ayrıca bu süreçte doğrudan finansmanın neden azaldığı sorusunun cevabı da kolay. Türkiye ekonomisi yurtdışından know-how veya girişimcilik ithal etmek durumundaki eski bir Doğu Bloku ülkesi olup yabancı girişimcilerin doğrudan yatırım yapmalarına muhtaç değil. Türk girişimciler 'borçlanarak' yabancı yatırımcıların doğrudan yapabilecekleri birçok yatırımı kaliteli ve katma değer oluşturacak şekilde kendileri gerçekleştirebiliyor. 2005-2007 yılları daha bakir olan bankacılık sektörüne yönelik ekstra bir ilgi meydana getirmişti ve bitti. Hep aynı furya beklenmemeli.

Model değişmeyecekse cari açık sürdürülebilmeli

Cari açığa yaslanan bir ekonomik model yanlış. Otorite isterse makro politika setini değiştirip gereğini yapabilir. Ekonomiyi iç talep ağırlıklı bir büyüme modelinden dış talep (ihracat) ağırlıklı bir büyüme modeline geçirir. Ama bu, ciddi bir yapısal değişiklik gerektirir. Ekonomi uzun süre potansiyelin çok altında kalabilir (değişim sancılı olur). Politik sonuçları da olacağı için büyük cesaret ister.

Ayrıca iç talebe dayalı bir model de anlamsız değil çünkü Türkiye ekonomisinin demografik avantajlarından kaynaklanan doğal bir iç talep gücü var. Üstelik hanehalkı (ve bunu finanse edecek bankaların) borçluluğu düşük olduğu için iç talebin uzun süre büyüme motoru konumunda devam etmesi gayet mümkün. Bu süreçte yapılması gereken, cari denge açığının sürdürülebilir olması. Ekonomik literatürde bunun şartları da belli:

1) Cari açık finansmanı karşılığında yapılan yatırımlar katma değer oluşturabilmeli (mümkünse döviz geliri sağlayabilmeli, yani dünyada talep edilen üretime yönelik olmalı ve otorite buna teşvik mekanizmaları ile rehberlik yapmalı),

2) Finansmanın ana kanalı olan bankacılık sistemi doğru çalışmalı (finansmanı doğru bir risk yönetimiyle mümkün olduğu kadar uzun vadeli finansmanla reel sektöre aktarmalı ve böyle olduğu da kamuoyu tarafından şeffaf bir şekilde görülebilmeli),

3) Finansal sistem bu süreçte yapılabilecek hataları (yanlış yatırım kararlarını, yani batık kredileri) hazmedebilecek sermaye gücünde olmalı.

Türkiye'de bu şartların hepsi geçerli. O yüzden de cari denge açığı sürdürülebilir konumda. Ve zaten yine o yüzden yurtdışı kreditörler dünyada risk farkındalığının üst düzeyde olduğu bir dönemde finansman aktarmaya devam ediyor.

Özetle, cari açık olayında en çok dikkat edilmesi gereken, finansal sistemin sağlığı. Banka sermaye gücünün en önemli belirleyicisi ise kârlılık (çünkü kâr sermayeye eklenip büyütüyor). Bugün Türkiye bankacılık sisteminin kârlılığı uluslararası normlarda kabul edilebilecek düzeylerde devam ettikçe sorun yok. Cari açığın sorun olacağı asıl zaman bu kârlılığın devam edemediği durum.

 

[email protected]   Saruhan Özel

Site adresi: https://www.finansingundemi.com/haber/cari-denge-acigi-ne-zaman-sorun-olur/312987