Küresel ekonomik krizin etkileri giderilmeye çalışılırken tüm dünyada yatırım fonlarının toplam değeri 2010 yılı haziran ayı itibarı ile 17.5 trilyon Euro’ya ulaşmış durumda. Avrupa Yatırım Fonları ve Portföy Yönetimi Birliği Başkanı Jean- Baptiste de Franssu Avrupa’da hisse senedi ve bono varlıklarının fonlar içindeki payının en yüksek seviye bulunduğunu ifade ediyor. De Franssu bir kez daha krize girme riskinin düşük fakat gözardı edilemez olduğunu vurguluyor.
Murat Öğütçen/Ekonomist
Dünya ekonomisi, 1929 Ekonomik Bunalımı’ndan sonra yaşanan en derin krizin yaralarını sarmaya çalışıyor. “Büyük Resesyon” olarak adlandırılan kriz sürecinden çıkıldıktan sonra küresel ekonomik aktiviteler toparlanmaya başlarken, dünya ölçeğinde fon piyasalarındeki gelişmeler ne yönde hareket ediyor? Fon büyüklükleri ne boyutta? Dünya ekonomisine yönelik olarak kriz tehlikesi var mı? Tüm bu soruların cevabını Avrupa Yatırım Fonları ve Portföy Yönetimi Birliği (EFAMA) Başkanı Jean- Baptiste de Franssu ile konuşarak öğrenmeye çalıştık. İş Portföy Yönetimi’nin davetlisi olarak bir süre önce Türkiye’ye de gelen Jean Baptiste de Franssu’nun sorularımıza yanıtları şöyle oldu.
Ekonomist: Dünya genelinde yatırım fonlarında yönetilen varlıkların toplam hacmi ve bu varlık içinde Avrupa’nın payı nedir?
Jean- Baptiste de Franssu: Dünyadaki toplam yatırım fonları hacmi haziran 2010 itibarı ile 17.5 trilyon Euro’ya ulaşmış durumda. Avrupa’da UCITS’lerin toplamı ise (Avrupa Birliği ülkeleri arasında satılabilen ve vergi muhalifiyetleri olan yatırım fonları) 5.6 trilyon Euro olarak gerçekleşti. Dünyada 69 bin yatırım fonu bulunuyor ve bunların yaklaşık 36 bini Avrupa’da sunulan UCITS kapsamında fonlar olduğunu da ifade etmek isterim.
UCITS dışındaki fonların hacmine baktığımızda Avrupa’nın toplam fonlar içindeki payı Haziran 2010 itibarı ile yüzde 36.3’e ulaşmış durumda. Varlıkların ülke bazındaki yoğunlaşma açısından bakıldığında ise ilk beşte iki Avrupa ülkesi Lüksemburg ve Fransa yer alıyor. İlk 15 ülke listesinde ise İrlanda, İngiltere, Almanya, İtalya, İspanya ve İsveç’ten oluşan altı Avrupa ülkesi bulunuyor.
Avrupa’da fonların yatırım yaptığı başlıca araçlar hakkında kısa bilgi verebilir misiniz? Sizce en çok tercih edilen araçlar hangileri?
De Franssu: Avrupa’da UCITS varlıklarının,Haziran 2010 sonu itibariyla, yüzde 34’ünün hisse fonlarında değerlendirildiği görülüyor. Aynı dönemde bono fonlarının varlıklar içindeki payı yüzde 25 iken dengeli fonların payı (eşit ağırlıklı) yüzde 17 ve para piyasası fonları ise toplam varlıkların yüzde 18’ini oluşturuyor.
Yeni yatırımlar açısından, net çıkışların yaşandığı iki yılın ardından 2009’un ikinci çeyreğinde, taze para yeniden hisse fonlarına akmaya başladı. 2009 ve 2010 yıllarında yaşanan faiz düşüşleri bonolardan beklenen getirileri yükseltirken, bono fonlarında yatırımcı talebi açısından önemli bir iyileşme yaşanmış; kredibilitesi ve getirisi yüksek kurumsal/şirket bono fonları yatırımcıların ilgisini çekti.
Buna paralel, yatırımcıların ekonomik sıçramaya ve finansal sistemdeki iyileşmeye yeniden güven duymaya başlamasıyla beraber, tarihin en düşük faiz oranlarının hüküm sürdüğü bir ortamda para piyasası fonlarından çıkış başladığını da söylebilirim.
Krizden sonra yatırımcıların yatırım ve emeklilik fonlarına yatırım yapmalarını sağlayacak güveni yeniden tesis etmek için başlıca teşvikler sizce ne olmalıdır?
De Franssu: Bireysel yatırımcılar bazen, ürün seçimi ve ürün tasarımının karmaşıklığı karşısında zorlanabilirler. Çoğu zaman yeterli finansal bilgiden de yoksundurlar. Bu gerçekler fon yöneticilerinin ürün tasarımında gerekli özeni göstermeleri ve bilinçli karar almaları için yatırımcılara yeterli bilgiyi vermelerini gerektiriyor. Sektör aynı zamanda satış noktalarındaki danışmanlığın kalitesi konusuna da daha fazla eğilmelidir. Bu alandaki başarı fon dağıtım kanallarının ve danışmanların, müşterilerin yüksek menfaati için gösterdiği çabaya bağlıdır.
Yatırımcıları yatırım ve emeklilik fonlarına yatırım yapmaları yönünde cesaretlendirmek için ne tavsiye edersiniz?
De Franssu: Emeklilik fonları ve diğer uzun vadeli tasarruf ürünleriyle yapılan yatırımlar, emeklilikte bireylerin yaşam standartlarını garantiye alması bakımından hayati önem taşıyor. Birçok ülkede kamu finansmanının içinde bulunduğu zor durum ve yaşlı nüfustan doğan demografik sorunlar dikkate alındığında, çoğu fert optimum tüketim seviyesini ve hayat tarzını finanse edecek yeterli emeklilik tasarrufunu yapamayacaktır. Bu görünüm insanları emeklilik için daha fazla ve uzun süreli tasarrufa yönlendirmelidir. Biz, hükümetlerin özellikle tüm vatandaşlar için vazgeçme hakkı tanıyan otomatik bir kayıt sistemini destekleyerek bu hedefi gerçekleştirmek üzere harekete geçmesi gerektiğine inanıyoruz.
Global ekonomiye ilişkin genel değerlendirmeniz nedir? Yeni bir kriz tehlikesi söz konusu olabilir mi?
De Franssu: Yeni bir kriz dönemine girme riski gözardı edilemez ancak tehlikenin çok büyük olmadığını ifade etmek gerekir. Gelişmiş ülkelerin çoğunda sıkı maliye politikaları uygulanmakta olsa da para politikaları esnek yapılarını koruyor. Genel olarak para politikası bir ekonominin iyileşme ekseninde mi kalacağı yoksa durgunluğa mı gireceğinin belirlenmesi açısından daha fazla önem taşıyor. Bu konuda en iyi bilinen örnek Amerikan ekonomisinin ikinci dip yaptığı 1937-38 yıllarıdır. Bu vakada ikinci durgunluğa neden olan herhangi bir mali tedbir değil, FED’in uyguladığı sıkı para politikası (munzam karşılıkları artırma yoluyla) olmuştu.
Japonya örneğine bakacak olursak neler söyleyebilirsiniz?
De Franssu: 1997’deki Japonya örneğinde, hükümet tüketim vergilerini çok fazla artırınca, mali daralma iyileşme devresinin tamamlanamadan sona ermesine yol açmıştı. Eş zamanlı olarak Japonya dışındaki Asya ülkelerinde finansal kriz vardı. Yen güçlüydü ve para politikasında gevşeme söz konusu değildi. Bu durumda daraltıcı mali politikaların, Japonya’da 1997-98 yıllarında görülen daralmaya tek başına neden olduğunu söylemek kolay olmaz.
Genel değerlendirmem, gelişmiş batı ekonomilerindeki gelişmeler ile gelişmekte olan Asya ve Latin Amerika ekonomilerinde yaşananlar arasında büyük tezat olduğu yönündedir. Gelişmiş ülkeler genellikle ortalamanın altında ve işsizlikte az ölçüde iyileşmenin olduğu kırılgan iyileşmeler yaşıyorlar. Gelişmekte olan ülkelerde ise güçlü iyileşmeler görülmektedir ve bugünlerde merkez bankalarının faiz oranlarını yükseltme ve enflasyon baskısını kontrol altına alma ihtiyacının ortaya çıktığına tanıklık ediyoruz. Ara ekonomiler diyebileceğimiz Avustralya, Yeni Zelanda ve Kanada gibi üçüncü grup ülkeler de, gelişen Asya’ya emtia ve hammadde ihracatından kaynaklı güçlü büyüme yaşıyorlar. Bu ekonomilerde de merkez bankaları faiz oranlarını yükselttiler. Gelişmiş ülkelerde düşük faiz sıkı kredi koşulları söz konusu iken, gelişmekte olan ülkelerde düşük faiz oranları ve kolay kredi olanakları mevcuttur.
Türkiye daha yolun başında
Türkiye’de yatırım fonlarının(A Tipi, B Tipi fonlar) ülkemizin GSYİH’sına oranı yıllara göre değişim göstermekle birlikte yaklaşık yüzde 4-6 oranında hareket ediyor. Gelişmiş ülkelerde bu oran çok daha yüksek düzeyde bulunuyor. Dolayısıyla Türkiye’de oransal anlamda düşük bulunan yatırım fonlarının büyüme potansiyeli oldukça yüksek. Bizde en fazla rağbet gören fon türü ise likit fonlar olarak dikkat çekiyor. Kasım 2010 sonu itibari ile B-tipi Likit fonların toplam B Tipi fonlar içindeki payı yaklaşık yüzde 75.
Türkiye’de büyüme potansiyeli en yüksek olan alanlardan biri BES. Emeklilik fonları yıllık ortalama bazda yüzde 125’lik artışa sahip. Fakat, emeklilik fonlarının GSYİH’sına oranı ise yüzde 2.3’ü aşmayan ölçüde. Dolayısı ile hızlı büyüyor ama henüz çok düşük değere tekabul ediyor. Emeklilik fonlarında Hollanda ve İzlanda’da bu oran yüzde 100’ün üzerinde bulunuyor. Gelişmiş ülkerlerde ise bu oran ortalama olarak yüzde 60’ın üzerinde bulunuyor.