Başbakan Erdoğan’ın Lübnan ziyaretinin basın açısından en çarpıcı yönü İsrail ile ihtilafa Sarkozy üzerinden yaptığı gönderme oldu. Oysa Başbakan’ın İsrail göndermelerinin yeni bir tarafı yoktu. Esas yenilik sıcak paraya karşı yaptığı çıkıştı. Başbakan diyor ki, “Sıcak para akışını kontrol altına almak şart. Kontrol dışı tutarsanız ondan sonra siz kontrole girersiniz”.
Başbakan’ın ‘açık sözlülüğü’ hoşuma gidiyor. Ama yine de bu ‘sıcak’ konuda böylesine net bir tavır alması benim için sürpriz oldu. Çünkü sıcak paranın kontrolü konusunda Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı’nın aksi görüşte olduğunu gerek basın demeçlerinden gerek toplantılardaki karşılıklı fikir alışverişinden biliyorum. Ekonomi yönetimi sıcak paranın kontrol edileceğine fazla inanmıyor, kontrol edilmeye kalkıldığında da astarın yüzünden pahalıya geleceğini düşünüyor.
Karar alındığını sanmıyorum
Türkiye’nin bir numaralı karar alıcısının “Sıcak para kontrol edilmeli” çıkışını bir politika kararı olarak kabul etmek zorundayız. Normalde böylesine kritik bir çıkış ancak karar verildikten sonra yapılır. Yanılabilirim ama sıcak paranın kontrolüne karar verildiğini sanmıyorum. Belli ki tıpkı Mali Kural’da olduğu gibi kimi AKP’li sorumlular Başbakan’ı sıcak paranın kontrolü konusunda ikna etmişler. Hükümet kulislerinde neler olup bittiğini yakında öğreniriz. Biz Başbakan’ı ciddiye alıp bu kontrolün nasıl yapılabileceğini ve yan etkilerini tartışalım.
Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) yarattığı dolar bolluğu yüzünden, ekonomik temelleri sağlam, buna karşılık nominal faizleri yüksek Brezilya, Güney Kore, Tayland, Endonezya ve tabii Türkiye gibi ülkelere büyük miktarda kısa vadeli sermaye akışı var. Döviz bolluğu bu ülkelerin paralarının değerlenmesine neden oluyor. Ulusal paraların aşırı değerlenmesi ve ortaya çıkan kredi genişlemesi iç talebi körüklüyor, finans ve gayrimenkul balonları şişiriyor. Sıcak para belirli bir doyuma ulaşınca bir bahaneyle -ki bu bahanenin FED’in parayı sıkma sinyali ile oluşacağını geçen hafta yazmıştım- aniden ülkeyi terk etmeye başlayınca, yaratacağı kur şokunun ve kredi çöküşünün durgunluğa neden olacağı biliniyor.
Sermaye hareketlerinin serbestliğine son vermeden sıcak parayı kontrol etmenin bilinen tek yolu kısa vadeli sermayeyi vergilendirmek. James Tobin yıllar önce bu vergiyi savunduğundan sıcak para vergisi de onun ismiyle anılıyor. Brezilya, Tayland, Güney Kore Tobin vergisini yeni yeni uygulamaya başladılar. Bu verginin etkili olabilmesi için, sıcak parayı cezbeden faiz farkını ortadan kaldıracak ölçüde yüksek olması gerekiyor. Türkiye örneğinden ve basit olsun diye bir yıllık Hazine bonosundan gidersek, şu basit hesabı yapabiliriz: TL cinsi bononun yıllık faizi yüzde 7. Dolar/euro cinsi faiz yüzde 2. Fark yüzde 5. En fazla 3 yüzde puan toplam risk primini düş, kaldı 2 puan. Demek ki faiz farkını gidermek için getiriye hiç olmazsa yüzde 20-25 vergi koymak gerekecek.
Ancak bu kadar yüksek vergi koyduğunuzda sermaye girişi aniden duracağından, iç tasarruf açığı bono faizlerini yükseltecek demektir. Ne kadar bilemem ama, faizler kamu harcamalarını ve büyümeyi olumsuz etkileyecek kadar yükselir. Böyle bir politika tasarruf arttırıcı ek politikalarla birleşerek uzun vadede ihracat temelli dengeli bir büyümeye geçişi sağlayabilir. Ama seçime giden bir hükümet için kısa vadede ne kadar tercih edilir bilemem.
Seyfettin Gürsel VATAN