Servet Yıldırım/Radikal
Ersin Özince, Türk bankacılık tarihinin bence en önemli döneminin önde gelen birkaç isminden biridir. Onun İş Bankası’nı yönettiği ve Bankalar Birliği Başkanı olarak sektörü temsil ettiği 13 yıl Türk finans sisteminin kabuk değiştirdiği, ciddi yapısal dönüşümden geçtiği bir dönemdir. Sistem duvara da bu dönemde çarpmış, kitaplara geçecek istikrara da bu dönemde kavuşmuştur. Bu 13 yılda neler oldu, neler? Sektörde yabancı payı arttı, dünya devleri Türkiye pazarına girdi, gerçek rekabet yaşanmaya başladı, birçok finansal ürün hayatımıza girdi. Bankalar battı, bankacılar hapse girdi, ciddi bir itibar kaybı yaşandı. İşte böylesi zor bir dönemde Ersin Özince İş Bankası gibi kurumsallığın çok güçlü olduğu bir yapıya 13 yıl aralıksız genel müdürlük yaptı. İş Bankası’nı bilirim. Bir süre çalıştım. Çalıştığım dönemin bir bölümünde de bankanın Fon Yönetimi Müdürlüğü’nde görev yaptım. Ersin Özince de o dönemde bağlı olduğum müdürdü. Sıradışıdır. Yeri gelir gelenekleri zorlar, yeri gelir açık sözlü bir şekilde düşündüğünü ortaya koymaktan çekinmez. Çok renklidir. Sıkı çalışır ama güçlü hobileri de vardır. Bankacılığı A’den Z’ye bilir.
Siyasete girmez
Genel müdür olmadan önce teftişten kredilere, şubecilikten hazineciliğe kadar geniş bir yelpazede görev yapmış, başarılı bir bankacıdır. Onun yerine göreve gelen Adnan Bali de daha önceki görevleri itibariyle aşağı yukarı aynı formasyona sahiptir. Yaşı nedeniyle o da Özince gibi bankayı en az 10 yıl yönetecek gibi görünüyor. İş Bankası gibi güçlü kurumlar atamalarda istikrarı, devamlılığı gözetirler. O nedenle genel müdürleri bünye içinden yetiştirir; görevden ayrılan genel müdürler Özince örneğinde olduğu gibi yapı dışına çıkmaz, bankada ya da iştiraklerin yönetim kurullarında görev yapmaya devam ederler. Özince’nin istifasını son ‘polisiye tedbirler’ tartışmasına bağlayanlar var ama bildiğim kadarıyla 2007 yılında 10. yılı dolmak üzereyken genel müdürlükten ayrılma niyeti vardı. Siyasete girmek için ayrıldığı söylendi ama siyasete girmeyi aklından bile geçirdiğini düşünmüyorum.
Büyüdük ama ‘doyasıya’ sevinemiyoruz Geçen yılki yüzde 8.9’luk büyüme herkesi imrendirecek bir başarıdır. Yıl başında kimse, hatta hükümet bile böylesi bir rakam beklemiyordu. 2009 sonunda CNBC-e’deki bir yayında Asaf Savaş Akat, Taner Berksoy, Deniz Gökçe, Ege Cansen ve Mahfi Eğilmez ile birlikte 2010 yılı ekonomik büyüklüklerini tahmin etmeye çalışmıştık. En yüksek tahmin yüzde 5 ile Mahfi Eğilmez ve Asaf Hoca’nındı. Ben yüzde 4.5 demişim. En yakın tahmin bile gerçekleşmenin yüzde 45 altında kamış. Muazzam bir sapma. Ama aslında o günün atmosferinde bu tahminler bile oldukça iyimser olarak görülüyordu. IMF tahminini nisanda revize edip ancak yüzde 5.2’ye yükseltmişti. İlk çeyreğin sonuna geldiğimizde Merkez Bankası raporlarında hâlâ ‘ılımlı’ büyümeden bahsediyordu. Sonuçta, bu hafta açıklanan rakamlar bizi küresel büyüme sıralamasında üst sıralara taşıdı. Avrupa ortalama yüzde 2’yi zor tuttururken aralarında Türkiye’nin de bulunduğu yükselen piyasalar gayet yüksek bir hızda büyümüşler. Yani gelişmiş ve gelişmekte olanlar arasında gelişmekte olanlar lehine bir ayrışma yaşanmış. Ama ikinci bir ayrışma daha var ki, o da bizim aleyhimize. Yukarıdaki ülkelerin hepsi yüksek oranda büyümüş ama bunların büyük bir çoğunluğu büyürken aynı zamanda cari işlemler fazlası vermiş. İhracata dayalı büyümüşler ve bu nedenle hızlı büyüme onlarda dış denge sorunu yaratmamış. Bizde ise öngörülenin çok üzerindeki büyüme beraberinde öngörülenin çok üzerinde bir cari açık getirmiş. Özel sektör yatırımları artıkça ithal girdi kullanımımız artıyor. İşte bu nedenle çok hızlı büyüdük diye gönül rahatlığıyla sevinemiyoruz. Bu sorunu çok yakın gelecekte çözmemiz de mümkün görünmüyor.
Yazdır