Haftaya koalisyon güçlerinin Libya'ya Irak müdahalesini andıran hava saldırıları ve Türkiye'nin bu süreçte dışlandığı gibi bir görüntünün oluşmasıyla ürkek başlayan piyasalar, sonraki gelişmelerle çarşamba gününe kadar pozitife döndü.
Çarşamba günü ise iyimser açılış yapmasına rağmen sürpriz olarak görülen Merkez Bankası kararları Borsa'da şok etkisi yaptı. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz'ın son kez başkanlık yaptığı Para Politikası Kurulu toplantısı öncesi piyasalarda zorunlu karşılıklarda değişikliğe gidilmeyeceği düşüncesi hakimdi. Bu nedenle Borsa'da özellikle bankacılık sektörü hisselerinde alım yönlü bir seyir izleniyordu. Endeks 65 bin 171 puana kadar yükselmişti. Toplantıda zorunlu karşılık oranlarında önemli ölçüde artırım kararı çıkması, bankacılık sektörü başta olmak üzere Borsa'da panik satışlara yol açtı. Bu satışların arkasında zorunlu karşılık artışının bankacılık sektörünün kârlılığında da önemli kayıplar yaşatacağı endişeleri vardı. Bankacılık sektörünün kârlılık bakımından bu yıl önceki yıla göre daha olumsuz olacağı bir gerçek, hisse fiyatlarının da bundan etkilenmesi normal.
Bankacıların bu kararı şoke edici ve kaygılı bir biçimde karşılamasına rağmen finansal istikrara ilişkin riskleri azaltmak ve son dönemde başta petrol olmak üzere emtia fiyatlarındaki artışların cari açık ve enflasyon üzerindeki etkilerini sınırlamak için bu kararın olumlu etkiler içerdiği unutulmamalıdır. Ekonominin 2010 yılında beklentilerin çok üstünde büyüdüğünü perşembe günü açıklanacak dördüncü çeyrek gayri safi yurt içi hasıla verilerinde göreceğiz. Muhtemelen yüzde 8'e yakın bir büyüme rakamıyla karşılaşacağız. Bu rakam, Türkiye'nin gurur duyacağı bir veri olarak görülmeli ve küçümsenmemelidir.
Artan petrol ve emtia fiyatlarının bunları tüketen ülkelere olan olumsuz etkilerini 2008 yılı sonrasında da yaşamıştık. Ekonomi, bir sonraki yıl daralmış ve maliyet enflasyonu şirketleri olumsuz etkilemişti. Bu nedenle Merkez Bankası'nın geçen yılın sonundan itibaren aldığı sıkılaştırıcı tedbirler can sıkıcı olsa da sonuçlarını beklemek gerektiğini düşünüyorum. Japonya'daki felaketin dünyada parasal sıkılaştırmalara darbe vurduğu, bakır fiyatlarının yükselişi gibi emtia piyasalarında yukarı yönlü hareketlere neden olacağı düşünülürse Türkiye'nin artan ithalat faturasına ve gelişen risklere karşı önlem almaması zaten düşünülemezdi. Burada kafalarda oluşan soru işareti; verilen dozun aşırıya kaçıp kaçmadığı. Bunu da bekleyip göreceğiz.
İMKB'nin kısa vadede beklediğimiz bir seyirde hareket ettiğini belirtmeliyim. Artan gerilimler zaman zaman fiyatlar üzerinde etkili olsa da 12 Haziran'daki genel seçimler ve sonrasında kredi not artışı ve yapısal reform beklentileri Borsa'dan muhtemel bir kaçışı geciktiriyor ve düşüşlerin alım fırsatı olarak görülmesini sağlıyor. Hatta kârlılıkları düşmesi beklenen banka hisseleri, toparlanmalarda başrolü oynuyorlar. Şirketlerin önemli bir bölümünün 2010 yılı bilançoları olumlu geliyor. Nisan ayında da pek çok şirket, yılın son bilançolarını açıklayacaklar. Bu da beklentilerin sıcak kalmasını sağlıyor. Önümüzdeki haftalarda da Borsa'da bilanço beklentileri fiyatlarda etkili olacaktır. Bu yüzden hisse bazlı hareketlerin ön plana çıkacağını belirtmek isterim.
Borsa'daki son durumu özetleyecek olursak; fiyatlar yükseldikçe gözler artan risklerde, düştükçe yeni fırsatlarda oluyor. Bu da endeksin belli bir bandın dışında hareket etmesine imkân tanımıyor. 2011 yılına girilirken ve sonrasında yazdığımız gibi Borsa'ya yabancı yatırımcılar mayıs ayından önce ilgi göstermeyecekler. Endeks, dünyada ekonomi ve siyasi konjonktürün değişmesiyle yeni rekorlar kıramayacak ve en iyi ihtimalle seçimlerden önce klasik bir yükseliş atmosferi oluşacak ve bu da endeksi ancak 70 binli puanlara taşıyabilecektir. Seçimden sonra hem dış piyasalardaki gelişmeler hem de yeni Meclis yapısı Borsa'da belirleyici olacaktır.
Petrol fiyatlarındaki yükselişin asıl nedeni
Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki isyan hareketlerinin zamanlaması dünya ekonomilerinin canlanmaya geçtiği bir süreçte yaşanıyor. Ama asıl önemlisi, Batı'nın yükselen Doğu'nun arkasında kalmamak ve gelecek 25-50 yılı sonrasına daha güçlü bir pozisyon almak isteğiyle hareket ettiğini söyleyebiliriz. Birçokları yükselen petrol fiyatlarının yaşanan bu kaos durumundan kaynaklandığını söyleyebilir. Ancak asıl sebep, Batı'nın para birimlerinin halen çok zayıf olması ve yükselen güçlerin stratejik ve hızlı büyümelerinden kaynaklanan talepleridir. OPEC, Rusya, ABD-İngiliz petrol şirketleri, hatta Brezilya, bu yeni dönemin aktörlerini adeta kazanç kapısı olarak görüyorlar. 2008 yılında herhangi bir sıcak çatışma olmamasına rağmen dünyada petrol fiyatları 146 dolara kadar yükselmişti. Şu an 116 dolar seviyesinde olmasına karşın ABD Doları, yen hariç tutulduğunda o döneme göre daha değerli durumda. Bir başka deyişle, şu an petrol fiyatları 2008 yılı fiyatlarına göre 130 dolara denk geliyor. Libya operasyonu ve yakın bölgemize kadar sirayet eden gelişmeler, petrol fiyatlarının spekülatif yükselişinde rol oynamakla birlikte petrol üreticilerinin paraları şimdiden silah şirketlerine yönlendirilmiş durumda. 2008 yılında rekor gelir elde eden petrol kralları ve Rus oligarkların parası Lehman ve diğer bankalara yönlendirilmişti. Bu bankaların batırılması sonucu petrol paraları nasıl derin güçler tarafından çekildiyse şimdi de aynı senaryo silah üreticileri vasıtasıyla gerçekleştirilmekte. Yeni süreçte Türkiye, petrol ihraç eden pozisyonda olmasa da ithalatını dengeleyen bir pozisyona geçmek zorunda.
[email protected] zaman selim ışıklar