Alınan tedbirler kredi artış hızını henüz ciddi şekilde etkilemedi. Kurumsal kredilerde kamu bankaları bir miktar frene basmış görünüyor, ama bireyselde hem kamu hem de özel bankalar kredi vermeye devam ediyor. Merkez Bankası kanalıyla alınan önlemler henüz sonuç vermediği için hükümet şimdilik sözlü ikna yollarını kullanıyor. İkna yöntemiyle olması çok zor. Ekonomide bir arbitraj imkânı ya da fırsatı varsa bankalar bunu değerlendirir. Bu fırsatları ortadan kaldırmak ya da azaltmak ise ekonomi yönetiminin elinde. Eğer piyasada likidite varsa ve mevduat yoluyla bankalara akıyorsa, bankalar bu parayı ya Hazine’ye ya da kurumsal veya bireysel müşterilerine kredi olarak vermek zorunda. Mevduata ‘gelme’ deme durumunda değildir. Kaldı ki Avrupa’nın ve Amerika’nın gevşek para politikası nedeniyle paraya boğulduğu bir ortamda bankalarımızın mevduat haricinde dışarıdan da kaynak sağlama imkânları oldukça iyi. Bu tabloyu değiştirmek ekonomi yönetiminin kabiliyetinde olan bir durumdur. Ekonomi yönetimi, Merkez üzerinden ekonomiyi yavaşlatmaya çalıştı. Merkez, zorunlu karşılıkları yükselterek kredi olarak kullanılabilecek paranın miktarını kısıtlamayı amaçladı. İçeride bu yolla çekilen likiditeyi bankalar dışarıdan sağladıkları kaynaklarla dengeledi. Tablo karışık. Hükümet yüzde 8 gibi yüksek büyümenin yan etkileri ve yaratacağı sorunların farkında. Yüksek büyümenin yüksek cari açık demek olduğunu da gördü. Yüksek oranda açığın finansmanının sorun olabileceğini de kabul etti. O nedenle tablodan hoşnut değil. Ama aksiyon tarafında kafası karışık. Hükümet bir yandan bankalara “Kredilerde hız kesin” diyor öte yandan konut ve enerji gibi sektörleri destekliyor. Bu destekle yolu açılan bankalar da sektörleri kredilendiriyor. Kredi hacmindeki artıştan rahatsız olan Ankara, şimdilik elinde araçları kullanmaktan kaçınıyor. Merkez’in attığı adımların etkisini göstermesini bekliyor. Belki de dışarıdaki konjonktür değişir, istenilen soğuma yeni adıma gerek kalmadan dışarıdan gelir. Arzulanan soğumanın işaretleri yıl ortasına kadar alınmazsa seçimden sonra yılın ikinci yarısı yeni tedbirler gelebilir. Faiz oranını yükseltmekten yeni vergiye kadar geniş bir yelpazeyi kapsayabilir.
Çin, bankacılık krizine aday
Fitch’e göre Çin’in 2013 ortasına kadar bir bankacılık kriziyle karşılaşma olasılığı yüzde 60’mış. Ünlü rating şirketinin Macro Prudential Indicator (MPI) diye bir göstergesi var. Bir tür erken uyarı göstergesi. Kredilerin aşırı şekilde arttığı, aynı zamanda varlık fiyatlarının aşırı şiştiği ya da kurun aşırı değerlendiği ekonomileri saptamaya çalışıyorlar. Eğer kredilerin hızlı arttığı bir ekonomide varlık fiyatları da hızlı artıyor ya da ulusal para reel olarak güçleniyorsa o zaman sistemik risk olasılığı artıyor. Fitch ülkelerin bankacılık sistemlerini bu göstergeye göre düşük, orta ve yüksek riskli diye 3 kategoriye ayırmış. Almanya düşük riskli ülkelere örnek, Çin ise hazirandan bu yana MPI 3 olarak tanımlanan yüksek risk grubunda. Fitch bu kategorideki ülkelerin banka bilançolarında delikler görüyor.
Mesela Çin küresel kriz patladığında hızlı davrandı ve hemen teşvik paketlerini uygulamaya soktu. Çin bankaları yaklaşık üç trilyon dolar tutarında kredi verdi o dönemde. Ülkede varlık fiyatları arttı, mesela emlak balonu oluştu. Fitch’e göre kredi hacmindeki artış iki yıl üst üste yüzde 15’i geçtiğinde ve reel emlak fiyat artışları da aynı dönemde yüzde 5’i aşmışsa alarm verici olabiliyor. Çin bu tanıma giriyor. O nedenle MPI 3 denilen bu gruba girenlerin 3 yıl içinde bir krizle karşılaşma olasılığı yüzde 60 olarak görülüyor. İrlanda ile İzlanda da krize girmeden önce MPI 3 kategorisine girmiş ülkelerdi. Biliyorum, Türkiye’yi merak ediyorsunuz. Türkiye 29 ülkeyle beraber orta derece riskli ülkelerin olduğu MPI 2 grubunda. Üçüncü grupta Çin’in yanı sıra Vietnam, Nijerya, Kıbrıs, Katar, Azerbaycan, Hong Kong ve İzlanda var.
SERVET YILDIRIM - RADİKAL
Yazdır