Kasım ayındaki G20 zirvesi sonrasında, küresel kur savaşına Türkiye’nin de fiilen katıldığını kabul edip, kayıtlara geçirelim. Ama çok da ölçülmüş-biçilmiş bir stratejiyle değil, alaturka deneysel yapbozlarla!
Para politikasındaki bugünkü gelişmeleri anlamak için yakın geçmişi yeniden anımsayalım. Amerikan Merkez Bankası FED’in ikinci miktarsal gevşetme kararının ertesinde, 11-12 Kasım tarihlerinde toplanan G20 zirvesi sırasında bakın Başbakan Erdoğan ne demişti: “Ülkeleri döviz baskısından kurtarmak için çözüm para basmak değil. Bu durum, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde ters etki yaratacaktır. Bu adil bir yaklaşım değil ve Türkiye böyle bir şeyi kabul etmez”.
G20 toplantıları sonrasında da, Merkez Bankası farklı bir söyleme geçiverdi. Önce, aralık başında açıklanan Finansal İstikrar Raporu’nda ilk sinyal örtülü biçimde, daha sonra da 11 Aralık günü başkan yardımcısı Dr. Erdem Başçı’nın Türk Ekonomi Kurumu’ndaki konuşmasında apaçık biçimde verildi: Faiz indirimi yolda idi. G20 zirvesini izleyen ilk toplantıda faiz indirilmişti.
Bol döviz, bol TL
Merkez Bankası’nın hangi hedefe karşı ne yaptığına bakılırsa gelişigüzel bir politika görünümü söz konusu oldu. Hem sıcak paradan rahatsız olacaksınız, ama aynı zamanda da bu konjonktürde ülkeye gelen tüm dövizi toplama peşine düşeceksiniz. İşte Merkez Bankası, Ekim ayı başından aralık ayı başına kadar olan dönemde döviz alımlarını artırarak iki ayda 5 milyar dolara yakın alım yaptı. Görüldü ki; Merkez Bankası alım ihalelerinde satın alacağı miktarı ne kadar artırırsa ülkeye akan döviz de o kadar artıyordu. Yani piyasaya her gelen dövizi satın alan bir ‘toptancı’ varsa; satıcı açısından, satış sonrası fiyatın düşme riski azalır, aynı fiyattan bol miktarda satış yapılabilir. Ekim-Aralık döneminde sadece bu yolla yaratılan para 7 milyar TL’ye yakın oldu.
Nitekim aralık başında, faiz düşürme kararına yaklaşınca bu stratejiden biraz uzaklaşılmış olduğu görülüyor. Ayrıca, bu alımların karşılığında yaratılan 7 milyar TL, zorunlu karşılık oranının artırılmasıyla kalıcı olarak yeni çekilebiliyor. Zorunlu karşılık artışı kararının, kredi genişlemesini frenleme amacıyla yapıldığını da anımsatalım. İşte bu durumda da, şu soru akla geliyor: Madem kredileri frenlemek, miktarsal bir sıkılaşma sağlamak istiyordunuz, neden öncesinde bolca döviz alıp bol para yarattınız? Sağlanacak likidite sıkılaşması, ekim-aralık arasında alınan dövizlerin karşılığı kadar olacak. Miktarsal açıdan ancak iki ay öncesine dönüş demek.
Bugünkü ‘hurmalar’
Temel soru şu: Sermaye akımlarının getirdiği tüm bu olumsuzlukların nedeni kısa-uzun vadeli faizlerin yüksekliği ise bu enflasyondan bağımsız mıdır? Bunu göz ardı ederek geçici ‘pansumanlar’ peşinde koşmak, gelecekte faizi daha yüksek kılmaz mı?
Politika faizlerinde ‘sıcak paraya karşı’ indirimin, orta vadede ekonomiye etkisinin ne olacağı düşünülüyor? Merkez Bankası, politika faizlerindeki değişimin genel ekonomik etkinlik üzerindeki etkisinin 3 ila 9 ay arasında, enflasyon üzerinde ise 9 ay ila bir buçuk yıl arasında etkilediğini söylemiyor muydu?
Birkaç ay sonra kur savaşını ‘başardığımızı’ görebiliriz! Ama birkaç yıl içinde de neyi başaramadığımızı çok iyi anlayacağız.