Yapı ve Kredi Bankası Genel Müdürü Faik Açıkalın, Merkez Bankası’nın aldığı önlemlerin yerinde olduğunu ancak yine de para girişini kontrol altına almak için tek başına yeterli olamayacağını söyledi. Açıkalın, gelişmiş ülkelerdeki düşük faizler ile Türkiye’deki faizler arasındaki geniş marj kapanmadıkça sıcak para akışının devam edeceğini söyledi.
Açıkalın, sıcak para akışının bir kısmının doğrudan yatırıma yönlenmesinin 2011yılında Türkiye’nin notunun yatırım yapılabilir seviyeye yükseltilmesine bağlı olduğunun altını çizdi. Merkez Bankası’nın son müdahalelerinin kısa vadede TL değeri üzerinde baskı yarattığını ve bir anlamda amacına ulaştığını söyleyebildiklerini kaydeden Açıkalın, “Ancak kalıcı bir çözüm uzun vadeli girişler için cazibe merkezi olmaktan geçiyor. Bunu sağlayacak politikaların devreye sokulması ya da bu sinyallerin verilmesi en uygun önlem gibi görünüyor” dedi. Yapı ve Kredi Bankası Genel Müdürü Faik Açıkalın, Radikal’in sorularını şöyle yanıtladı:
Küresel ekonomideki son gelişmeler, ABD başta olmak üzere gelişmiş ülkelerin sürekli karşılıksız para basmaları, Türkiye’ye ve diğer gelişmiş ülkelere yoğun sıcak para girişi önümüzdeki dönem ülke ekonomisi ve bankacılığı nasıl etkileyecek?
Sıcak para ile borçlanan ülkelerin bu kaynağa daha fazla bağımlı hale gelmesi ve yüksek faiz baskısından kurtulamaması en önemli sorunlardan biri. Bu konu, yüksek cari açığa sahip olan Türkiye için de takip edilmesi gereken bir durum. Bu kapsamda gerçekleştirilen faiz düşüşleri, TL değerini bir miktar aşağı çekmekte başarılı oldu. Ayrıca Merkez Bankası döviz rezervlerinde de artışa giderek olası çıkışlara karşın tedbir almaya devam ediyor. Bu önlemlerin devamını bekleyebiliriz. Yine de bu girişi kontrol altına almak için alınacak önlemlerin tek başına yeterli olamayacağını ve gelişmiş ülkelerdeki düşük faizler ile Türkiye’deki faizler arasındaki geniş marj kapanmadıkça sıcak para akışının devam edeceğini düşünüyoruz. Sıcak para akışının bir kısmının doğrudan yatırıma yönlenmesi 2011’de Türkiye’nin kredi notunun yatırım yapılabilir seviyeye yükseltilmesine bağlı. Bu durum gerçekleştiğinde sağlıklı bir büyümeyi desteklemesi, istihdam ve gelir seviyesinde artış sağlaması mümkün.
Sıcak paraya karşı, vergi dahil önlem önerileri oldu ama etkin bir önlem alınmadı. Hükümet yetkililerinin vergi konsa da sıcak paranın önlenemeyeceği, daha sonra gerekirse önlem alınabileceği yönünde belirttiği görüşler için ne diyorsunuz?
Merkez’in 16 Aralık’taki politika faizini 50 baz puan düşürmesi ve TL mevduat munzam karşılık oranlarında vadesine bağlı olarak artış açıklaması, piyasalara TL’nin bir miktar değer kaybetmesi şeklinde yansıdı. Bu durumun kısa vadede sıcak para girişinin üzerinde azaltıcı bir etki yaratması beklenebilir. Ancak uzun vadede, sıcak para girişinin kalıcı biçimde önlenebilmesi için sadece Merkez’in alacağı aksiyonlar değil uluslararası merkez bankalarının stratejileri de önemli.
Sıcak para için alınan önlemler şimdiye kadar, munzam karşılık artışı gibi dolaylı ve bankaların yükünü arttıran önlemlerle sınırlı kaldı. Bu önlemlerin sıcak paraya karşı etkin önlem olduğu söylenebilir mi?
Merkez’in son müdahalelerinin kısa vadede TL değeri üzerinde baskı yarattığını ve bir anlamda amacına ulaştığını söyleyebiliriz. Ancak kalıcı bir çözüm uzun vadeli girişler (doğrudan dış yatırım - FDI) için cazibe merkezi olmaktan geçiyor. Bunu sağlayacak politikaların devreye sokulması ya da bu sinyallerin verilmesi en uygun önlem gibi görünüyor.
Dengeli müdahale Munzam karşılık yükünün artmasına bağlı olarak bankaların maliyetleri arttı ama bunu henüz kredi faizlerine yansıtmadıklarını görüyoruz. Bu maliyet artışı kredi kullananlara yansıyacak mı, ne zaman yansır? Merkez Bankası’nın son müdahalesine baktığımızda, munzam karşılıklarının arttırılmasının yanı sıra politika faiz oranının aynı anda düşürülmesini iyi okumak gerekiyor. Buradan hareket ile Merkez Bankası’nın bankalara faiz yükü getirmeden ve bankalar arası likiditeyi engellemeden, paranın daha ihtiyatlı dağıtılmasını sağlamayı amaçladığını söyleyebiliriz. Merkez Bankası’nın aldığı aksiyonlara bankaların nasıl tepki vereceğini, bunu kredi maliyetlerine ne kadar yansıtacaklarını ve banka müşterilerinin buna ilişkin tutumlarını ayrı ayrı gözlemlemek gerekir. Bu anlamda önümüzdeki birkaç aylık süreç içerisinde gelişmeleri daha net değerlendirmenin mümkün olacağını düşünüyorum.
Merkez’in kredi hacmindeki artışı engellemek amacıyla aldığı bu önlemlerin şimdilik işe yaramadığı gözleniyor. Kredi hacmini daraltma amacı doğru mudur, bu tedbirlerle böyle bir sonuç alınabilir mi?
Merkez Bankası’nın büyümeyi engellemek gibi amacı olmadığını düşünüyoruz. Sadece munzam karşılıklar arttırılmış olsa bunun ekonomiyi soğutmayı hedeflediğini söyleyebilirdik. Ancak aynı anda faizlerin de düşürülmesi dengeli bir müdahaleyi gösteriyor. Merkez Bankası’nın asıl amacının artan cari açık gibi büyüme sürecindeki riskleri iyi yönetebilmek olduğuna inanıyoruz. Bu çerçevede gelişmiş Avrupa ve gelişmekte olan Orta/Doğu Avrupa ülkelerinde yaşananlara benzer sorunların Türk bankacılık sektöründe engellenmesi için tedbirler almaya çalıştığını söyleyebiliriz.
Kredi maliyetlerinin artmasına rağmen faizlere yansıtılmaması, önümüzdeki dönem geri dönmeyen kredi hacminin artması gibi, tehlikeli sonuçlara neden olabilir mi?
2010’da Türk bankacılık sektörünün aktif kalitesinde hızlı bir dönüşüm yaşandı. Makroekonomik iyileşme ve bankaların kredi riskini yönetmedeki ihtiyatlı yaklaşımı sayesinde kasım sonunda sektörde takipteki krediler oranı yüzde 3,9 seviyelerine düştü. Önümüzdeki dönem için de sektör genelinde aktif kalitesine ilişkin bir risk görmüyoruz.
Bu yıl da kârlı bir yıl yaşadınız ancak 2011’den itibaren banka kârlarının düşeceği beklentisi var. Sizin beklentiniz nedir? Önümüzdeki yıl bankaların kredi büyümesinin yüzde 23-25 bandında gerçekleşmesini bekliyoruz. Bu büyüme oranı faiz marjlarındaki daralmanın olumsuz etkisini de bir miktar telafi edecektir düşüncesindeyiz. Bugün bankaların pek çoğu düşük faiz ortamında çalışma fikrini kabullenmiş durumda. Bu çerçevede kârlılıklarını korumak için selektif büyüme stratejileri geliştiriyorlar. Ticari verimlilik ve gider disiplini hem biz hem de rakiplerimiz için en önemli odak noktaları haline geldi. Müşteri hizmetlerinden elde edilen faiz dışı gelirler alanında ise Türk bankacılığının gelişimi açısından halen önemli bir potansiyel olduğunu görüyoruz. Ayrıca Türk bankaları risk yönetimi konusunda da çok aşama kaydetmiş durumda ve her türlü riske karşın sıkı kurallar çerçevesinde takip ediliyorlar. Ama yine de tüm bu önlemler, net faiz marjı daralması ve özellikle 2010 yılı içinde kademeli olarak devreye sokulan düzenlemelerin de kârlılık üzerinde oluşturacağı olumsuz etki göz önüne alındığında, bankaların önümüzdeki yıl da karlılık seviyelerini aynı şekilde korumalarının önünde önemli bir engel teşkil edecektir.
Sizce bankalar 2011’de nerelerden kâr etmeyi planlıyor. Siyasi ve idari otoritenin bankaların komisyon gibi elde edeceği gelirlere sıcak bakmadığını biliyoruz. Kârlılık için bankacılar ne yapacak? Kârlılık için, başarılı müşteri ilişkileri yönetimi, hizmet kalitesi ve bunun imkan vereceği faiz dışı bankacılık gelirleri odaklanılması gereken konular olacak. Aynı şekilde doğru fiyatlama, kalifiye personel, eğitim ve sıkı gider yönetimi kârlılık için önemini koruyacak. Bankaların öncelikle bireysel ihtiyaç, konut kredileri, KOBİ ve proje finansmanı gibi daha yüksek büyüme ve getiri potansiyeli olan ürün ve segmentlere odaklanarak daha karlı bir büyüme hedefleyeceğini düşünüyoruz. Biz ise karlılığımızı korumak için akıllı büyüme stratejimiz doğrultusunda hareket edeceğiz. Gerçekten içinde olmak istediğimiz, bankamız için sürdürülebilir kârlılık getiren alanlara daha fazla odaklanacağız. Odağımızda müşterilerimiz yer almaya devam edecek. İlişkilerimizi daha da derinleştirmek üzere inovatif ürün ve hizmetler sunacağız. Diğer taraftan, ben siyasi ve idari otoritenin komisyon karşıtı bir uygulaması olduğunu ve olacağını düşünmüyorum. Bankacılıkta bazen münferit olarak görülebilen aşırı uygulamalar gerek düzenleme ve denetlemelerle, gerekse de rekabetin etkisiyle giderilecektir. Ama sağlıklı, makul ve yaygın bir masraf ve komisyon tahsilatı, sağlanan ürün ve hizmetlerin en doğal karşılığı olarak bankacılık gelirlerinde artan bir öneme sahip olacaktır.
İkinci dip olmasa da büyüme hız kesecek Küresel ekonomide muhtemel riskler nelerdir? Krizden çıkışta yeni dalgalar yaşanma ihtimali var mı?
Ekonomistler iki farklı görüş dile getiriyor. Biri, özellikle AB ülkelerinde borç krizine gidiş eğiliminin tüm dünyada ikinci bir dibe neden olacağına dair görüşler. Diğer görüş ise alınan önlemler sayesinde dipten dönüldüğü, yavaş da olsa bir toparlanma sürecinin başladığı yönünde. Avrupa’ya yönelik beklentilerde daha fazla kötüleşme olmazsa, toparlanmanın süreceğini ve ikinci dip ihtimalinin ortadan kalkacağını düşünüyoruz. Ancak dip olmasa dahi, bazı ülkelerin daha önceki dönemlere kıyasla daha az büyüyecek olması, toparlanmayı uzun ve sancılı hale getirecektir. Ayrıca Avrupa’da önce Yunanistan ardından İrlanda ile ilgili başlayan kaygılar Portekiz ve İspanya’nın mercek altına alınmasıyla devam edecek gibi görünüyor. Olumsuz gelişmelerin Türkiye piyasalarını da etkilemesi muhtemel. Euro bölgesinde devam eden ekonomik zayıflığın Türkiye’nin dış ticaret performansına, dolaylı olarak da büyüme hızına yansıması beklenebilir.
Gerçek bankacılık faaliyetine dönüş 2011 yılı bankacılık sektörü açısından nasıl bir yıl olacak? Biriken risk alanları var mı, bunlar nelerdir?
Bankalar artık kısa vadeli ve menkul kıymet kaynaklı karlardan çok gerçek bankacılık faaliyetlerinden kaynaklanan sürdürebilir karlılığı hedefleyecek. Sabit getirili enstrümanlara olan bağlılığın da azalmakta olduğunu görüyoruz. Buna karşılık müşteri kaynaklı gerçek bankacılık faaliyetleri, diğer bir deyişle kredi büyümesi ve ürün çeşitliliği önem kazanmaya devam edecek. Bankacılık sektörünün en önemli risklerinden biri yoğun rekabet ortamı nedeni ile marjlardaki daralmanın beklenenden daha fazla gerçekleşmesi ihtimalidir. Dolayısı ile rekabet ederken, orta ve uzun vadeli düşünmenin son derece önemli olduğunu düşünüyorum.
Açıkalın’ın 5 temel öngörüsü 1 -Bankaların kredi hacmi büyümesi yüzde 23-25 bandında olur
2- Sektörün aktif kalitesine ilişkin bir risk bulunmuyor
3- Merkez’in son müdahaleleri kısa vadede TL üzerinde baskı yarattı
4- Girişi kontrol için alınacak tedbirler tek başına yeterli olamaz
5- Uluslar arası merkez bankalarının stratejileri giriş için çok önemli
Erdal Sağlam/ Radikal
Yazdır