Küresel ekonomide her şey değişiyor. Ama bizim bu değişime ayak uydurduğumuz söylenebilir mi? Pek değil.
Şuradan başlayalım: Döviz rezervi biriktirme politikasından. Neden döviz biriktiriyoruz? Tasarruflarımız yetersiz, büyümek için dış kaynaklara başvurmak zorundayız. Bu akımda herhangi bir kesinti ortaya çıkarsa ani tersyüz olma durumu ortaya çıkarsa ekonomimizde şok ve aksaklık çıkmasın, ödemelerimizi yapabilelim diye. Peki, bunun ölçüsü ne?
Ülkemizin bir rezerv biriktirme politikası da ölçüsü de yok. Başbakan Erdoğan’ın ‘gönlünden geçen’ 100 milyar dolar. Merkez Bankası ise açık bir tavır ortaya koymuyor. Ama baskılarla döviz rezervi arttırmaya girişti. Nitekim sahip olduğu döviz rezervleri 80 milyar dolara erişti. Bunun 45 milyar dolarlık bölümü yükümlülükleri aşan kısım. Yani döviz pozisyon fazlası. İşte bu tablo ile ‘kırk katır-kırk satır’ noktasına doğru yaklaşıyoruz.
Değersizleşen dövizler
Gelişmiş ülkelerin merkez bankaları; ABD, Japonya, Britanya ve AB’nin merkez bankaları bu günlerde ‘parasal gevşemelerin anası’ denilebilecek bir döneme girdiler. Faizleri sıfır noktasına getirdiler, şimdi de piyasadaki para miktarını arttırıyorlar. Bunun hedefinin ekonomideki yavaşlama olduğu söylense de, aslında bu hedefe yönelik hizmet edecek bir başka sonuç da gelecek: Paralarının değeri düşecek. Kimin gevşetmesi başarılı ise onun parası daha çok değer kaybedecek!
İşte şimdi biz, gelişmiş ülkelerin değersizleştirmeye çalıştıkları paraları hızını arttırarak biriktirmeye çalışıyoruz. İyi mi? Kötü mü? Yanıtı; ne pahasına biriktirildiğine bağlı.
“Merkez Bankası’nın döviz biriktirmesinde ne zarar var?” denilebilir. Döviz kuru gerilerse Merkez Bankası zarar eder. Bugün olduğu gibi, gelişmiş ülkeler piyasaya bolca para boca etmeye devam ederlerse bu paralar ülkemize gelmeye devam eder, döviz kuru da düşmeye. Böylece Merkez Bankası hesaplarında oluşacak zarar, yıl sonunda Hazine tarafından tahvil verilerek ödenir. Yani, vergi mükellefleri tarafından.
Döviz biriktirmenin bedeli
Merkez Bankası bilançosundaki değerleme hesabı, son dönemde işte bu sözünü ettiğimiz gelişmelerin izini taşıyor. Değerleme hesabındaki kazançlar eriyip bitti. Şimdi zarara doğru hareket ediyor. Bu gidişle, 2010 hesaplarında zarar oluşacak.
Normal zamanlarda da, Merkez Bankası’nın döviz satın alarak piyasaya sürdüğü TL’lerini sterilize etmeye, piyasadan çekmeye çalışmasının (faiz ödemesinin) de maliyetleri olduğu biliniyor. Ayrıca, döviz rezervi tutmanın sosyal maliyetinin, genel olarak bir ülke ekonomisine olan maliyetinin GSYH’nin yüzde 1’i kadar olduğunu da (Rodrik) anımsatmak gerekiyor.
Döviz rezervi politikamız ne yazık ki güncel döviz kuru tartışmalarına endeksli. Döviz rezervinin mutlak seviyesi yanında ülkenin döviz yükümlülüklerinin azaltılmasına da odaklanmak daha doğru olmaz mıydı? En başta da Merkez Bankası’nın artık ‘işçi hesapları’ olarak bilinen hesapları sona erdirme kararı alması gerekiyor.
Reform yapamıyoruz; döviz rezervi biriktirmeyi rekabetçiliğin payandası olarak görüyoruz. Oysa bugün gelinen noktada; biriktirdiğimiz ve de maliyetine karşın hâlâ biriktirmeye meraklı olduğumuz dövizler, o ülkelerin değersizleştirmeye çalıştıkları paralar artık
Uğur Gürses / Radikal