Londra'dan üst düzey bankacılardan oluşan bir grupla beraber İstanbul'a gelip hem finans dışı servis sektörü hem de bankacılık sektöründe duayen kişilerle çok aydınlatıcı toplantılar yapma fırsatı buldum. Değerli görüşler almanın yanında İstanbul'da geçirdiğimiz süre boyunca yabancıların toplantılar sırasında aldıkları görüşlere verdikleri reaksiyonları ve toplantı aralarında İstanbul'un güzelliği karşısında hissettikleri hayranlık duygusunu gözlemledim. Şunu açıkça belirtmem lazım ki Kıta Avrupa'da ve Londra'da hala devam etmekte olan bozuk psikoloji ve ekonomilerin belki de senelerce ‘o eski güzel günlere' dönemeyeceğinin bilinci yabancıların moralini çok bozmuş durumda. Buna karşın Türkiye'de (ve benzeri diğer gelişmekte olan ülkelerde) servis ve finans sektöründe biraz temkinli olmakla beraber psikoloji çok daha iyi ve kafa yorulan sorunlar Avrupa'dan çok farklı. Öncelikle birçok kriz yaşamış olmanın verdiği deneyim ve her krizden sonra krizden etkilenme eşiğinin daha da yukarı taşınmış olması ülkemiz ekonomisini güçlü kılan yönlerden biri. Öldürmezse güçlendirir Ünlü filozof Friedrich Nietzsche'nin dediği gibi: "Başına gelen herhangi bir şey seni öldürmezse daha da güçlendirir". Bu sözün bana çağrıştırdığı şey çoğu zaman bizim bankacılık sektörü olmuştur. Yaşanan bir sürü kötü deneyim, uygulama ve yanlıştan sonra 2001 krizi ile gerçekleşen değişim ve esas olarak düzenleme ve denetleme tarafında gerçekleştirilen devrim ile Türk bankacılık sektörü tartışmasız şekilde dünyanın en sağlam örneklerinden biri olmuştur. Eldeki sağlam bankacılık sektörünün ne derece önemli olduğu açık. Ancak yaşanmış olan global finansal kriz sonrasında Türkiye'nin gerçekten derinden ya da kalıcı şekilde etkilenmemiş oluşu bana monopol oyununda hapisten çıkış kartını hatırlatıyor. Krizden oldukça çabuk sıyrılmayı büyük ölçüde sağlam bankacılık sektörüne borçluyuz. İstanbul finans merkezi olacak Şimdi gelelim İstanbul'un bir finans merkezi olma projesine. Bu konuda cok şey yazıldı. Hem lehte hem de aleyhte olan fikirlerin bir kısmına katılmakla beraber benim düşüncem söz konusu projenin çok fazla zorlamaya gerek kalmadan ya da acele ile karar alınmaması durumunda dahi İstanbul'un eninde sonunda sadece Türkiye'nin değil yakın coğrafyanın da finans merkezi olacağı yönünde. Bunu hükümet yapmasa da büyük olasılıkla kendiliğinden de gerçekleşebilir. Çok değerli ve duayen bir bankacı büyüğümüz yaptığımız toplantılarda şöyle bir tespitte bulundu. Son zamanlarda İstanbul'da kurulan ve kurulması planlanan özel girişim sermaye fonlarının (private equity fund) burayı seçmelerinin nedenleri arasında sayılan özelliklerin başında manzarası, havası, suyu, yemekleri ve tabii barındırdığı fırsatlar gelmekte. Buna tamamen katılıyorum. Zevk sahibi ve imkanı olan bir yatırımcının iş kuracak yer ararken İstanbul'u ilk başta sayılabilecek alternatiflerden biri olarak düşünmemesi mümkün mü? Hükümetin önünde diğer ülkelerin yaşadıkları iyi ve kötü deneyimlerden faydalanma olanağı varken ve çok aceleye getirmek zorunda olmayıp sağlam bir altyapının tesis edilmesi ile beraber hızlandırabileceği bu projenin başarılı olacağına inanıyorum. Dışa açılım gerekir İstanbul'un bir finans merkezi olma projesini destekleyebilecek başka bir gelişme de son günlerde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) Başkanı Tevfik Bilgin'in bankacılarımıza tavsiye ettiği dışa açılım olabilir. Verilecek çeşitli desteklerle ama esas itibariyle bölgedeki diğer ekonomilerde yapılacak bankacılık yatırımları, hisse alımları veya ortaklıklar sonucunda finansal sistemin ağırlık merkezinin Türkiye'ye doğru kayacağı aşikar. Bu açıdan bakınca bankacılık sektörünün konjonktürün tanıdığı imkanları değerlendirerek ve diğer ülke bankalarının yaptıkları hatalardan kaçınarak yeni gelir kapıları aralamaları her açıdan heyecan verici olacaktır.TEVFİK AKSOY-REFERANS