Yazdır

Avrupa'daki krize karşı hazırlıklı mıyız?

Tarih: 26 Mayıs 2010 - 02:04

Avrupa'nın büyük ülkeleri dünyada nasıl bir ekonomik ve politik güç dengesi oluşacağının yıllar önce farkına vardı.

ABD liderliğinde Kuzey Amerika'nın ve Çin liderliğinde Asya'nın dünyanın iki büyük ekonomik gücü olacağını ve eğer Avrupa'da bir güç birliği sağlayıp üçüncü bir blok haline getiremezlerse yarışta çok geriye düşeceklerini gördüler. Bu durum yıllar sonra Goldman Sachs ekonomistlerinin yaptığı çok ünlü referans çalışmayla herkes tarafından da kabul edilir hale geldi. Buna göre 2050 yılında bugün dünyanın en büyük 10 ekonomisi içindeki Avrupa'nın üç büyüğü, yani Almanya, Fransa ve İtalya ilk 10'un dışında kalacaklardı (Grafik 1). Avrupa'yı üçüncü bir güç bloğu yapmak için Almanya, Fransa ve İtalya gibi 3 büyüğün liderliğinde Avrupa Birliği adıyla Avrupa Birleşik Devletleri'ni kurmaları gerekliydi. Zamanla yanlarına küçük Avrupa ülkelerini de alıp bunların demografik avantajlarından faydalanarak ekonomilerine dinamizm kazandırmayı amaçladılar. Bu güce ulaşabilmek için ABD benzeri parasal, mali ve politik bir birliktelik sağlamaları gerekiyordu. Politik birliktelik tüm üyeler nezdinde siyasi yaptırımı olan başkanıyla, parlamentosuyla tek bir siyasi otorite kurabilmekti ama Avrupa'daki etnik ve kültürel farklılıklar bir türlü bu yapıyı istenen şekilde oluşturamadı. Avrupa Komisyonu ve Parlamentosu gibi önemli yapıları kurdular ama bunlar bir türlü ülkeler üstü etkinliğe ulaşamadı. Bu siyasi zorluk parasal ve mali birliktelikle aşılmaya çalışıldı. Euro ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) ile parasal, Maastricht kuralları ile mali birliktelik sağlanmaya çalışıldı. Bunlar sayesinde zamanla politik birliğin de istenen etkinliğe ulaşabileceği ümit edildi. İtibar sembolü Almanya Merkez Bankası Bundesbank'ı temel alıp mirasından faydalanan ECB, ülkeler üstü bir konumda bağımsız hareket edip enflasyona karşı sert tutum takınarak yıllarca parasal birlikteliğe (yani Euro'ya) önemli bir destek verdi. Ama aynı beceri mali birliktelikte gösterilemedi. Euro ve ECB ile para ve kur politikaları imkanları ellerinden alınan bazı ülkeler büyümek ve istihdam oluşturabilmek için bütçe politikalarına yüklenip Maastricht kurallarını ihlal etmek zorunda kaldı. Güçlenen Euro'nun ekonomilerine getirdiği rekabet dezavantajını bütçe açıklarıyla telafi etmeye çalıştılar. Örneğin, Yunanistan bu kurallardan biri olan bütçe açığının GSYH'nin yüzde 3'ünü geçmemesi kuralını son 10 yılda tam 9 kere, benzer konumdaki Portekiz ise 5 kere ihlal etti. Bu süreçte üç büyükler Euro ve ECB'nin itibarına fazla güvendi ve bu mali birlik ihlallerine yaptırım uygulamadı. Böyle bir yaptırımı uygulayacak ECB benzeri bağımsız bir 'Borç Komisyonu' yoktu. Çünkü bu aslında büyüklerin işine gelmiyordu. Büyükler bu bütçe açıkları ile ekonomilerine alım gücü desteği meydana getiren küçüklere ihracat yaparak da ekonomilerinde istihdam oluşturuyorlardı. Daha da ilginci, bu süreçte İtalya 6 kez, Fransa ve Almanya 5'er kez yüzde 3'ün üzerinde bütçe açıkları vererek kendileri de bütçe açığı limitlerini ihlal etti. Almanya ihracat yaparak istihdam oluşturduğu Yunanistan'ın uzun süre yüksek bütçe ve cari açıklarla bu ithalatını finanse edebilmesini Alman bankaları üzerinden devlet tahvillerini satın alarak ya da turist göndererek mümkün hale getirdi. Lale Devri'nin sonu Herkesin mutlu olduğu bu dönemde ihlalci küçük ülkelerin kamu borçları sürekli arttı. Dünyada likidite bolken, Almanya ve Fransa bankaları hem de düşük getiriyle Yunanistan, Portekiz, İspanya gibi ülkelere devlet tahvili üzerinde fonlama yaparak çarkları döndürdü. Ama global krizle birlikte dünyanın ve Avrupa'nın fonlama imkanları azalınca parasal birlik, yükü tek başına kaldıramamaya başladı. Yıllarca göz ardı edilen mali kuralların değeri anlaşıldı. Politik birlikteliğin olmaması Avrupa'nın çabuk ve ortak karar almakta ne kadar yetersiz olduğunu gösterdi. Krize aniden yakalanan ABD bile uzun süre yaşananları görüp hazırlık yapma imkanı olan Avrupa'ya oranla çok daha çabuk ve etkili radikal kararlar alabildi (çünkü ABD'de politik birliktelik vardı). Almanya uzun süre Yunanistan'a yardım etmemek için direndi çünkü Alman politikacılar oy verenlerin tepkisinden çekindi. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, Almanya Başbakanı Merkel'e Euro'dan çıkma tehdidinde bulununca Almanya yardıma yanaştı ama büyük ihtimalle ECB başkanlığını gelecek yıl Fransız Trichet'ten Alman Weber'e geçirterek karşılığını da aldı. AB'nin en itibarlı kurumu ECB politikacılar arasında şamar oğlanına dönerek bir gün önce söylediğinin ertesi gün tersini yapmak ve Euro'nun itibarını ayaklar altına almak zorunda kaldı. Politik çekişmeler Almanya'nın sırf oy verenleri memnun etmek için tek başına getirdiği göstermelik finansal kısıtlamalarla had safhaya ulaştı (göstermelik çünkü bu yasakların getirildiği işlemlerin çok azı Almanya regülatörü BAFIN'in sözünün geçebildiği yerlerde yapılıyor). Şimdi ne olacak? AB'nin önünde iki seçenek var: Ya sorunlu ülkeler, problemlerini çözdükten sonra geri dönmek üzere Euro'dan en azından geçici bir süre çıkıp, gerekirse yeniden borç yapılandırmasına gidecekler ya da Avrupa'da bütçe politikaları ciddi biçimde uzun süre sıkılacak. Görülen o ki, AB ilk başta ikinci seçeneği deneyecek. Bu amaçla Yunanistan'dan Portekiz'e, İrlanda'dan İspanya'ya ve hatta sorunlu ülkelerin içinde adı geçmeyen Danimarka'ya kadar birçok ülke çok ciddi bütçe tedbirleri açıkladı. Hatta Alman Maliye Bakanı Schauble olayı her Euro Bölgesi (yani Euro kullanan) ülkenin bütçe tasarılarını kendi parlamentolarından önce AB'den onaylatmalarını isteyecek kadar ileriye götürdü. Bu tedbirlerin özellikle kısa vadede ihracat üzerinde büyümeye bir desteği olmayacak ve bölgedeki tüketim dinamiğini ciddi şekilde baltalayacak. Sadece Euro Bölgesi değil, bunun dışında kalan Avrupa ülkelerinin tüketimleri de bu mali sıkılaşmadan dış ticaret ve finansmanı üzerinden olumsuz etkilenecek. Dünya yavaş yavaş krizden çıkarken Avrupa uzun süre geriden gelecek. Türkiye gerekli tedbirleri aldı mı? AB, Türkiye'nin en önemli ihracat pazarı olduğuna göre konu Türkiye açısından çok önemli. Ne Avrupa'nın Türkiye'den ithalat talebi ne de ihracatın finansmanı uzun süre eskisi gibi olabilecek. Son yıllarda önemli adımlar atsa da ihracatında hala AB bağımlılığından kurtulamamış olan Türkiye acaba buna ne kadar hazır (Grafik 2)? Acaba otoritelerin bu konuda yumurta kapıya gelmeden yapmış oldukları bir hazırlık var mı? Acaba Merkez Bankası para politikasında enflasyonu önceliğinde tutarken böyle bir dönemde en fazla ihtiyaç duyulacak kur desteğini (özellikle Euro tarafında) ne kadar sağlayabilecek? Acaba Türkiye'nin büyük ihracatçıları, Avrupa'daki 2-3 yıla uzayabilecek bu sorunu ne kadar açık ve net görüyor ve verimliliği artırmak, birim maliyetleri düşürmek ya da ihracat potansiyellerini başka pazarlarda değerlendirmek için ne tedbirler alıyor? saruhan özel - zaman
Site adresi: https://www.finansingundemi.com/haber/avrupadaki-krize-karsi-hazirlikli-miyiz/276855