Okan Bayülgen:'Kesinlikle boşanmam'
Tarih: 06 Aralık 2009 - 11:33
Çocuğu henüz annesinin karnında olan bir baba Okan Bayülgen. Adı İstanbul olan ve annesi Şirin Edigerin karnında büyüyen bir kızın babası... Ama henüz delirmemiş bebek fikriyle. Soğukkanlı duruyor, kendi deyişiyle ahkam da kesmiyor.
Çocuğu karım taşıyor, İstanbul adını da o koydu
Zaten bir kontrolü var ki maazallah! Kırılmaz, bükülmez, eğilmez bir kontrol. Acaba çocuk biraz olsun sarsacak mı bu kontrol imparatorluğunu?
Konuşurken edindiğim izlenim şu ki, tek başınalığı kemikleşmiş bir adam Okan Bayülgen. Görünmeyen tellerle örülü çevresi, dört kere evlenmiş bile olsa iki kişilik bir yaşamda zorlanan ve zorlayanlardan. Ama artık baba olmaya karar vermesi, bir teslimiyet sanki. Gayet centilmence Şirin beni seçti diyor; ama o da teslim olmak için Şirini seçmiş gibi...
Otellerde yaşamaya alışkın biri Bayülgen, söyleşiyi eşiyle birlikte kaldığı Swissotelde yaptık. Havuza açılan odalarında bir sayfiye yerinde gibi yaşıyorlar. Flört heyecanı içinde, içlerinden ne gelirse hemen yapan, anları yaşayan bir çiftler...
Ama şu sıralar fotoğraf çantalarının doldurduğu odanın ağustos sonu itibarıyla bebek bezleri, tulumlar, emziklerle donanacağını hayal ettim de... Bana öyle geliyor ki, kontrol yolcu!
Babalık hali geldi mi üzerinize?
16 yaşında baba olmuş bir çocuk bile şu anda benden daha kıymetli. Televizyon programı yaptığım ya da birtakım şöhretli faaliyetlerde bulunduğum için babalık konusunda ahkam kesecek halim yok. Bunu tevazu kılıfı içerisinde söylemiyorum, hakikaten böyle hissediyorum. Evlilik hayatımızda ve çocuk bekleme işimizde -bu bir iş çünkü- böyle hissediyorum. Karım doğal olarak kendi vücudundan bilgileniyor, ben salak gibi duruyorum.
Çocukla ilgili bir sürü kitap var, okumuyor musunuz?
Evet okuyorum. Ama delirmediğimizi de belirteyim. Bir kere balıkçıda Esra Ceyhan ile Gül Gölgeye rastladık. O ikisi delirmiş, profesörleşmiş anneler olarak bizi perişan ettiler. Oradan b.k gibi çıktık. Hiçbir şey bilmiyoruz, biz bu çocuğu yapamayacağız filan dedik. Eğer Şirinin anne ve babası yakınımızdaysalar, bize en iyi hoca onlar olacak. Karımı doğurmuş olan kadının en iyi hoca olacağı kesin!
Bir baba adayı olarak yaşadığımız ülkeyle ilgili endişeleriniz var mı?
Çok endişelerim ve sevgim var. Aslında ülkeden bahsetmek, ahkam kesmek demek. Çünkü aynı anda İstanbulda, Karadenizde ve güneyde bir ilde olamıyorum. Şu saatten sonra Türkiyenin herhangi bir yerinde yaşayacak halim ya da yaşlanıp bir yere yerleşme derdim de yok. Ancak İstanbuldan bahsederim ve İstanbulun bir cehennem olduğunu düşünüyorum.
O zaman niye kızınızın adını İstanbul koyuyorsunuz?
Onu eşim koyuyor, ben koymuyorum. Çocuğu o taşıyor, bütün ceremesine o katlanıyor, bana da dönüp Babası sensin diyor. Ulan, daha ne işte! Hediye almak gibi bir şey...
Bir söyleşide Şirin çocuğunun babası olarak beni seçti dediniz. Neden?
Şimdi bak, yeni bir eğlence çıktı. Şu çapkın çocuk başına çocuk belasını almış deniyor. Amaç karımı övmek ya da Aman ben ne güzel bir manita buldum demek değil. Bu sorularla karşılaşınca basit ve net cevaplar vermek gerekiyor. Şirin beni seçti, doğrusu bu.
Bu çocuğun babası olmak için hangi sebeple seçildiğinizi düşünüyorsunuz?
Burada istersen kendi kendine neşe yaparsın, Kozmik bir şey oldu filan dersin. Herkes kendi sevdasında böyle transandantal bıdı bıdılar arar. Şairane bir şekilde de anlatabilirim ama galiba aptal bir şekilde farklılığımı yaratan da bu: Net bir şekilde cevap veriyorum. Soğuk bir şekilde diyorum ki Kadın seçer, bitti, s...irin gidin.
Kadınları tavlamak için mi böyle konuşuyorsunuz?
Kesinlikle hayır. Ayrıca kurtuluşumuzu kadınlarda görüyorum. Bu şehirde şikayet ettiğim ne varsa, Çetin Altan abimin anlattığı gibi mesleksiz ve kadınsız toplum olduğumuz için... Herkesi gidip okutacak halim de yok!
Peki bu dünya için ne yapıyorsunuz diye sorsam?
Özellikle ekonomik krizden sonra Türkiye şov dünyası sosyal sorumluluğa çalışıyor zaten. Sadece ben değil herkes yapıyor, bazı tüccarlar hariç. Bundan da çok şikayetçiyim. Bir sosyal sorumluluk işine çağrıyorlar; sanatçı bedava ama salon, yemeci içmeci, teknik ekip dünyanın parasını kazanıyor.
Sade Vatandaş programınızı da sosyal sorumluluk kaygısıyla mı yapıyorsunuz?
Hayır, o benim mesleğim. Mesleğimin de bir halta yaramasını isterim. Yaramayan adamı da küçümserim. Niye yaptın kardeş bunu? İşadamıyım. Haydi oradan ahlaksız, senin hayatının bir amacı olması lazım. İşadamlarını, parayı hiç sevmem, servet düşmanıyımdır.
Kazandıklarınız ne oluyor?
Harcıyorum. Hiç tutmam, ben manyak mıyım? 10 farklı iş yapıyorum. Bu bileziğimi çıkarır, bunu takarım. Hiçbir şekilde korkum yok.
Neden bu kadar çok iş yapıyorsunuz? Çok mu yeteneklisiniz yoksa hiperaktif misiniz?
Kimseden korkmamak için. Şu akarken doldur dünyasından, aptal küçük burjuva, görgüsüz dünyadan ne bir arkadaşım var ne de o dünyanın bir parçasıyım. Çok para kazanıyor diye bazı adamların methedilmesine deli oluyorum.
Çok iş yaparak mı methedilmek istiyorsunuz?
Değer üreterek... Methedilmek de istemiyorum; gün sonunda kendi sağlamamı yapmak isterim. Ama yüzde kaç sanat, kaç eğlencelik üretiyorsun dersen; bu konuda kendime dayak atarım, o ayrı hikaye.
Arkadaşlarım bana Kılıcını kaybetmiş şövalye derdi
Çok kontrollüsünüz. Bir şey soruyorum, cevabı değil de ne söylemek isterseniz onu söylüyorsunuz. Hiç mi bırakmazsınız kontrolü?
Hiçbir zaman kontrolsüz olamam. Bir şişe viskiyi ağzıma tık, yere düşeyim, yine de bunu bıraktıramazsın bana. Hiçbir şekilde... Ama diyelim ki ben tamamen kontrolümü yitirdim, müthiş şeyler söylüyorum. Kıyabilir misin?
Ben kıyamam ama kıyan olur.
Ben de kıyamam. Bu benim başıma geldi. Bir ara Jay Lenolarda, David Lettermanlarda programa gelenlerin memelerini açması modası vardı. Bir programımda bir kadın geldi, tam reklam arasında Okan dayanamayacağım, mememi açacağım dedi. Dedim ki Terbiyesiz!. Halbuki İyi olur demem gerekmez miydi? Bir şey soracağım sana. Neden bütün talk showlar arasında en az skandal benim programımdan çıkmıştır?
Bilmiyorum. Neden?
Çok basit. Aslında oluyor ama bilmiyorsunuz. Çünkü ben tiyatrodan da gelen bir yetenekle karşımdaki konuşurken birazdan ne diyeceğini kestiriyorum. Ancak ben izin verirsem ağzından kaçırır. İzin vermezsem aynı anda onu bozacak frekansta bir ses bile çıkarabilirim. Bu kadar iyiyimdir!
Tamam bu mesleki zorunluluk. Hayatta da bu kadar kontrole gerek var mı sizce?
Hiçbir zaman kontrolümü gerçekten yitirmedim. Ne 15 yaşında, ne sonra. Sinirli bir oğlanım, patlama anlarında bile iki-üç dakika içerisinde toplamaya çalışırım. Hiçbir zaman Tutmayın beni çocuğu olmadım. Ne bir şeyi çok yüksek kutluyorum ne de çok yüksek ağlıyorum.
Ne bu, şövalye ruhu mu?
15 yaşında arkadaşlarım Kılıcını kaybetmiş şövalye derdi bana. Hepimiz zamana yenileceğiz. Schubert kim? Bir kask markası. Schiller kim? Kahve zinciri. Che Guevara? Tişört markası. Ben 12 Eylül öncesi çocuğuyum. O zamanlar Che Guevara tişörtü yüzünden dayak yerdim, şimdi Ay ne yakışmış diyebilir bir polis.
Aktör olduğum 10 saniyede anlaşılıyor
Şimdi şu kapıdan sizi ilk kez gören biri girse ve kim olduğunuzu sorsa?
Dünyanın her tarafında benim aktör olduğumu 10 saniyede anlıyorlar.
Nasıl?
Çünkü yüksek adrenalin, gözlerden fışkıran enerji, bıdı bıdı... Ya da belki bir kokumuz var bizim, bilmiyorum. Ama
10 saniyede adamlar çakozlar. En azından borsacı olmadığım çok belli.
Siz kendiniz nasıl tarif edersiniz?
Fazla abartmamak için, Aktörlük yapıyorum ama televizyonda da çalışıyorum derim. Çok net bir şey söylemem gerekirse de televizyon prodüktörüyüm.
Hala pasaportunuzun meslek hanesinde aktör mü yazıyor?
Evet.
O zaman niye ihmal ediyorsunuz?
Bu yaz film çekeceğim. Ama film çekince de çok büyük bir halt olmuyor. Çok sıkılıyorum film işinden. Sinan Çetin oyunculuk yapmak istiyordu, bana Oyuncu ile oyuncu olmayanın kamera önünde ne farkı vardır? diye sormuştu. Ben de Bunu uzun uzun anlatamayacağım. Ben kameranın karşısına geçtiğimde bir şey gibi dururum, oyunculuk eğitimi görmemiş biri geçtiğinde salak gibi durur dedim. Bugün bütün dizilerde de görüyoruz kim salak gibi duruyor, kim adam gibi...
Sevdiğiniz tiyatro oyunculuğu mu?
Şimdi ben şuradan 100 metre koşsam atlet mi oluyorum? Ama koşabiliyorum. Atletin benden farkı ne? O bir sporu bilinçli olarak her gün yapıyor. Sinemada sen, ben öyle koşuyoruz.
Galatasaraylıyım, lordlar kamarasındayım
Çocukluğunuzun dekoru neydi?
Açılmamış sandık odaları, çıkılmaması gereken çatı katları, karanlık bodrumları olan evlerde büyüdüm. Sonra Taşmektep zindanları, keza Galatasarayın soğuk ve karanlık koridorları... Bunu daha da uzatırsam Selim İleriye doğru gidersin!
Galatasaray Lisesi neden bu kadar önemli sizin için?
Galatasaray bu memleketin lordlar kamarasıdır, bitti. Buna kim ne derse salaktır! Benim bu saatten sonra gidip de Rotaryen, Lions, mason olmaya ihtiyacım yok. Zaten lordlar kamarasındayım.
Erol Günaydın, Hakkı Devrim, Aydın Boysana müthiş hürmet gösteriyorsunuz. Birine hürmet duymanız için ne gerekiyor?
Bunun tarifini böyle sihirli formül veriyormuş gibi yapamam.
Mesela Başbakana başbakan diye hürmet duyar mısınız?
Bizim memurumuzdur. Mevkiye saygı duyulması gerekir yoksa memleketi yönetemez.
Önceki kızlar çok güzel ve akıllıydı. Dönüp kendimde hata aramam lazım
Evlendin diye kimseye sahip olmuyorsun. Karşı tarafın da sahip olamayacağını ona belirtmen gerekir.
Neden otellerden kopamıyorsunuz?
Hep otellerde kalırım, hep de yatılı okullarda okudum. Benim için bir farkı yok. Son yıllarda eşyalarım bir miktar arttı ama hayatım boyunca bir bavula girebilmek, çekip gidebilmek derdindeydim. İstanbul içinde göç etmek zorunda olan bir adamım. 15 yıl Bebekte oturdum, Bebekin şu anki halinden şikayetçi olup Galataya taşındım. Şimdi yavaş yavaş Galatanın şikayet edilecek bir hale gelişini izliyorum. Daha da fenası, bunda payım var. Popülaritesini artırmak, evlerin fiyatlarını yükseltip asıl sahip olan ailelerin evlerinden çıkmasına neden olmak, oraya hiç Galatayı anlamayan bazı tiplerin gelmesine neden olmak gibi...
Bu kadar göçebe olmaktan, gidebilir olmaktan söz eden bir adam nasıl dört kez evlenmiş olabilir?
Yaptıklarıma, belli bir yaştan ve tecrübeden sonra genç kızlık hatasıydı diyemem. E, biraz aklım fikrim de var. Bir eve kendimizi getiriyoruz; komplekslerimiz, arzularımız, yapabildiklerimiz ve yapamadıklarımızla. Karşındakini Ya, bu da olmadı diye suçlayamazsın. Kendime sözler verdim: Sen ciddi bir durumdasın, bir çocuk söz konusu, bu kıza duyduğun aşk ve hayranlık var. Evlendin diye kimseye sahip olmuyorsun. Karşı tarafın da sahip olmayacağını ona her zaman belirtmen gerekir. Bu çocuk belli bir yaşa gelene kadar kıpırdamayacaksın. Kıpırdamak istiyorsan, eşinle birlikte kıpırdayacaksın.
Bir kadına nasıl davranılacağını kendi kendime öğrendim
İlk kez mi bu kadar yerleşiklik planı yapıyorsunuz?
Artık daha akıllıyım. Yoksa daha önceki kızlar çok güzel ve akıllı kızlardı. Dönüp kendimde hata aramam lazım.
Bunu centilmenlik olsun diye mi söylüyorsunuz, gerçekten mi?
Gerçekten. Aylardır arabama el sürmüyorum; ya scootera ya motora biniyorum. Ve ilk öğrendiğim şey şu: Ne olursa olsun; eğer bir arabaya çarparsan ya da araba sana çarparsa kesinlikle sen haksızsın. Bütün sistem beladan kaçmak üzere kurulu. Cesaret, delikanlılık ve haklılığı savunma üzerine değil.
Motor size yeni bir felsefe mi edindirdi?
Hayata bakışın bu olabilir. Rüzgar sörfü yapsam da başka bir şey öğrenecektim. Ben 45 yaşındayım, her gün yeni bir şey öğrenmezsem var olanlar bana kesinlikle yetmiyor. Nefis Uğur diye nefis bir motor hocası buldum. Elimdeki ağırlıktan neden korkmamam gerektiğini bana öyle öğretti ki, bu bana yeni bir anlam kattı. 300 kglık bir motora biniyorum; benim ağırlığım ve ilave takıldak fırıldaklarla beraber 400e yaklaşıyor. Ve adam bundan niye korkmamam gerektiğini bana motoru parmağımın ucuyla dengede tutturarak anlattı. Ama bunu yaparken motora bakarsan devriliyor.
Sonuç?
Anı yaşamak. Hani kadınların içki içtikten sonra kız arkadaşları ya da erkeklerle
sohbet konusu olan, insanları Katmandulara kadar seyahate ettiren anı yaşamak,
aslında pizza dağıtan bir çocuğun her gün yaşadığı bir şey. Motorun üstünde anı yaşamıyorsan öldün demektir.
Tam da bebek beklerken motor kullanmak riskli değil mi?
Aksine. Kendime çok dikkat ettiğim için motora biniyorum.
Nasıl yani?
Arabada olsam başıma kaza gelme ihtimali çok daha fazla çünkü arabada yarı uyurgezerim. İstanbul trafiğindeki dur-kalktan bunalmış, 10 dakikalık mesafede 4,5 saat kalmış herkes gibi tamamen konsantrasyonunu yitirmiş, kendi yaratacağı ya da başına gelecek tehlikelere karşı hiçbir sorumluluğu olmayan adamlardan biriydim. Şimdi ise bütün trafiği bilgisayar gibi okuyorum. Ufukta nasıl bir tehlike var; öndeki şoför deli mi, aptal mı, kültürsüz mü, şu anda sinirli mi?
Şoförün kültürsüzlüğünün ne ilgisi var, neden takılıyorsunuz buna?
Çünkü kendi hayatını zehir ediyor, benimkini de zehir ediyor. Eğitimsizlik, bizi yıkan tek şey. Ama eğitimsizlikle kültürsüzlük aynı değil. Okula gitmemiş olabilir, görgü ve bilgi herkese yeter. Aslında kendi kültürünü yaşamayan ve korumayan insanların okula gönderilmesinde de bir yarar yok bence. Çünkü eğlenmesini bilmiyor. Ya da bir kadına nasıl davranılacağını bilmiyor çünkü anasından babasından öğrenmemiş.
Siz kimden öğrendiniz?
Kendi kendime öğrendim; bir sürü anneden, bir sürü babadan...
Boşanmış anne babanın çocuğu olmak, bir sürü anne-baba gelince avantajlı mı oldu?
Kesinlikle. Hiç kimseyi de suçlamam, boşandılarsa boşandılar. Bu önemli bir şey değil, herkesin annesi babası boşanıyor. Ama bunu kesinlikle çocuğuma yapmayacağım.
Madem önemli değil, neden bu kesin karar?
Çünkü 45 yaşında zırlayacak halim yok, ama aynı şeyi 15 yaşındayken konuşsaydık bayağı hökür hökür ağlıyor olurdum.milliyet
Site adresi: https://www.finansingundemi.com/haber/okan-bayulgenkesinlikle-bosanmam/265401