Yazdır

Global şoklara karşı sigorta IMF anlaşması

Tarih: 17 Kasım 2009 - 08:01

Küresel dalgalanmaların Türkiye ekonomisini etkileme potansiyeline dikkat çeken Şekerbank Genel Müdürü Meriç Uluşahin, mali ve yapısal disiplin içindeki bir programın risklere karşı atılacak önemli bir adım olduğunun altını çizdi. Uluşahin, IMF ile yapılacak anlaşmanın da uluslararası şoklardan...

Erdal Sağlam/ Referans Türkiye ekonomisinin sadece kendi iç dinamiklerine değil, global dalgalanmalara da çok açık olduğunu kaydeden Şekerbank T.A.Ş. Genel Müdürü Meriç Uluşahin, bu nedenle yapılacak bir IMF anlaşmasını, "olası global şoklara karşı bugünden sigorta mahiyetinde aldığımız bir kaynak" olarak nitelendirmek gerektiğini söyledi. Ülkemize özgü dinamikler bulunduğunu ancak, belirli bir mali ve yapısal disiplin içerisinde uygulanacak bir programın, ekonominin bu risklerden fazla etkilenmemesini sağlayacağını kaydeden Uluşahin, 2010 yılına ilişkin riskleri ise "Faiz riskini iyi yönetmek, reel ekonominin beklenen yavaş gitmesi ve bunun beraberinde oluşacak kredi riski" olarak nitelendirdi. Tüm dünyada yaşanan finansal krizin, yönetilebilir büyüklüklerin ve kontrollü büyüme stratejilerinin doğruluğunu ortaya koyduğunu, büyük firmaların devliğinin tartışılır olduğunu kaydeden Şekerbank Genel Müdürü, "Optimum risk algısı ile hareket edecek küçük ve orta boy firmaların bu zorlu süreçten güçlenerek çıkacaklarını düşünüyorum" dedi. Şekerbank T.A.Ş. Genel Müdürü Meriç Uluşahin, Referans'ın sorularını şöyle yanıtladı: G-20'nin küresel ekonomik politikalar konusunda kazandığı etkinliği nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu platformda alınan kararların krizden çıkışta olumlu rol oynadığı söyleniyor, katılıyor musunuz? Türkiye'nin de içinde bulunduğu bu platformun etkinlik kazanması, Türkiye ekonomisi açısından ne kazandırır? 2007 Ağustos'unda tetiklenen finansal kriz, 2008 Eylül'ünde küresel ekonomide sert daralmaya sebep olacak bir düzeye ulaştı ve küresel ekonomi geçen yılın son çeyreği ile bu yılın ilk yarısında belirgin biçimde daraldı ve/veya büyüme hızı düştü. Bu kadar büyük ölçekli bir global kriz ve beraberinde gelen ekonomik daralmaya istinaden ülkelerin tek tek önlem alma seçeneği, iyileşme sürecini uzatabilir veya daha olumsuz sonuçlar doğurabilirdi. Küresel işbirliğinin olmamasına bağlı olarak, farklı derecelerde olsa da içe kapanmacı uygulamalar görülebilir ve bu, kısa vadede krizden çıkışı geciktirebileceği gibi, orta ve uzun vadede küresel ekonominin verimsizliğine, kalıcı yapısal dengesizliklere yol açabilir ve benzer krizlerin yeniden yaşanmasına sebep olabilirdi. Ayrıca alınacak genişlemeci ekonomi politikası kararlarında uyumun sağlanamaması durumunda, uluslararası şirketler karar almakta zorlanabilir ve bu da, ekonomileri daha da kötü etkileyebilirdi.. Bu nedenle G-20 toplantılarının küresel koordinasyonu sağlayarak böylesi riskleri önlediği değerlendirilebilir. Ekonomilerin sorunlarına karşı merkez bankalarının teknik hamleleri yanında, hükümetlerin uygulamalarında da uyum olması krizden çıkışa olumlu katkı yapmıştır. Küresel ölçekte uyumlu ekonomi politikalarının daralma sürecinin kısa sürmesi yönündeki etkileri, Türkiye ekonomisi için de tahribatın azalması anlamına gelir. Bundan sonraki dönmede de, özellikle para politikilarında uygulanan genişleme sürecinin, ekonomilerde yine reel olmayan balonlar yaratarak yeni dalgalar oluşturmaması için kontrollü ve koordineli bir şekilde yavaşlatılması gerekecektir. Bu dönemde G-20 ülkelerinin uyumlu hareket etmesi, global ekonomiler ve Türkiye ekonomisi açısından önemli olacaktır. Son G-20 kararları ve IMF-Dünya Bankası Genel kurulunda alınan kararlar çerçevesinde, bundan sonra küresel ekonomide nasıl bir seyir izleneceğini tahmin ediyorsunuz? Türkiye'nin bu seyirdeki konumu nasıl olacak? Küresel finansal sisteme daha fazla düzenleme ve denetleme gelebilir. Özellikle Basel II uygulamaları ekonomilerin toparlanma sinyalleri ile birlikte çok kapsamlı ve etkin olarak gündeme gelecek gibi gözükmekte. Ayrıca, tasarruf fazlası olan ülkelerden açığı olan ülkelere kaynak girişleri daha kontrollü olabilecektir. Genel olarak küresel ekonominin yavaş toparlanacağı ifade edilebilir. Türkiye açısından ise makro düzeyden baktığımızda, krizin servet kaybı türünden etkisinin oldukça sınırlı kaldığı, ancak ekonomik daralmanın istihdamı oldukça olumsuz etkilediği değerlendirmesi yapılabilir. İç talebin nispeten güçleneceği yeni ihracat pazarlarına yapılacak açılımla birlikte Türkiye ekonomisinin üretim düzeyinin 2010'un ikinci yarısında 2007'deki düzeyine yaklaşmasını bekliyoruz. Türkiye ekonomisinde krizden çıkışta ağır bir canlanma temposu izleniyor. Önümüzdeki yıl, baz etkisi nedeniyle, büyüme oranlarının artması bekleniyor. Rakamlardaki artış yeterli olacak mı, yoksa üretim seviyesinin artırılması için sizce ek önlemlere ihtiyaç olacak mı? 2010'da Türkiye Ekonomisi'nin büyümesini ve bunun görece yüksek gerçekleşmesi beklentisinin altında öne çıkan en kuvvetli faktör, baz etkisidir. Dolayısıyla gerçek büyüme analizi için; üretim düzeyine bakmak daha yararlı olacaktır. Üretim düzeyine bakıldığında, 2007 düzeyine 2010 sonlarında yaklaşılması beklenebilir ki bu, aradaki 3 yılın kaybı olarak yorumlanabilir. İş gücüne katılımların yüksekliği ve geçmişte yüksek büyüme dönemlerindeki istihdam artışlarının yetersiz kalması gibi hususlar göz önünde bulundurulduğunda, istihdam istenen düzeyden düşük kalabilecektir. Ekonomik altyapının güçlenmesi ve yaygınlaşması uzun vadede; kayıt dışı ekonomi ve vergi gibi yapısal konularda, kısa vadede ise; yeni ihracat olanakları ve pazarlarının oluşumunda alınacak yol büyümenin sürdürülebilirliği açısından önemli olacaktır. Bankacılık sektörü karlı bir yılı geride bırakıyor ancak bundan sonrası için karlılığın tartışmalı olacağı anlaşılıyor. Karlılık açısından bankaların bundan sonra neler yapması gerekecek, hangi alanlara yönlenmesini bekliyorsunuz? 2010 yılında sektörde faizlerdeki iniş trendinin sonlarına gelinmesi ile birlikte kar marjlarının da daralmasını bekliyoruz. Sektörün önünde karlılıkları belirli bir seviyede sürdürebilmek için 2 ana unsur öne çıkıyor: Aktifleri büyütmek ve operasyonel maliyet yönetimini daha etkin yaparak verimliliği arttırmak. Önümüzdeki yıl reel sektörün, 2009 yılında ertelediği veya beklettiği yatırım planlarını gündeme almakta biraz daha hareketlenmesini bekliyoruz. 2007 ve 2008 başlarındaki seviyeleri yakalamak mümkün olmaz ama yine de 2009 yılı başına göre biraz daha taşların yerine oturduğu ve bilançolarda gözlenen nispeten hafif toparlanma sinyallerinin etkisi ile biraz daha pozitif bakıldığı bir döneme giriyoruz. Bu psikolojinin yatırım iştahı ve kredi kullanımı üzerinde olumlu etkisi olabilir. Sektörde tahminler 2010'da yüzde 10-13 aralığında büyüme olacağı yönünde. İnen faizlerin emlak ve inşaat sektörünü biraz hareketlendirmesini bekliyoruz ki, bu da kısa dönemde yine reel ekonomiye bir ivme kazandıracaktır. Hazine faizlerinin artık dibe yaklaşması, bankaları yeni plasman alanlarına yönlendiriyor. Bankalar, Hazine kağıtları yerine, bundan sonra plasman ağırlığını kredi kullandırmaya ne kadar verebilirler? Zaten güçlü olan reel sektör firmaları kredi temin edemiyor mu? Bankaların kredilerde aşırı rekabete girmesi beklenmeli mi, böyle bir eğilim ileriye dönük olarak bankalarda ve sektörde sıkıntı yaratmaz mı? Faiz indirim döneminin 2009 sonuna kadar devam edeceğini, 2010'un ilk yarısına kadar da faizlerin yatay düzeyde kalacağını öngörüyoruz. Faizlerin artış eğilimine girmesi, Türkiye'nin kendi iç dengeleri kadar özellikle ABD ve AB olmak üzere dünya ekonomilerindeki faiz politikaları ile de ilgili. Şu anki öngörülerimiz bunun 2010 sonlarına doğru gündeme gelebileceği, hatta 2011 ve sonrasında faizlerde yukarı yönlü baskıların yoğun olacağı şeklinde. Faizlerin artması, finans sektörünü düşük faizden yaratılan portföylerin karlılığı açısından olumsuz etkileyebilmekte ancak, diğer yandan aslında reel ekonomide krediye talebin olduğu, büyümelerin başlamasının dolayısı ile hacimlerin ve bankacılık işlemlerin artmasının da sinyali olacağı için pozitif ve negatif yönleri ile farklı değerlendirilmelidir. Bu nedenle risk yönetimini iyi yapmak ve faiz hedge'i enstrümanlarını doğru ve zamanında kullanmak bu dönemde karlılıkların sürdürülebilirliği açısından önemli olacaktır. Hazine'nin yeni ihraçlarında, uzun vadeli ve değişken faizli enstrümanlara yönelerek borçlanmayı kolaylaştırması. Bununla birlikte, kamunun borçlanma ihtiyacının bu yıla göre daha sınırlı kalması da mümkün görünüyor, faizlerdeki düşüşlerin sonuna gelinmesiyle birlikte özel sektörün kredi talebinde artış görülmesi beklenebilir. Böylesi bir durumda yurt dışından daha fazla kaynak bulunması ihtiyacı gündeme geldiğinde, özel sektörün ya da kamunun dış finansmana yönelmesi beklenebilir. Bankalar kredi talebinin risk ve getiri analizine bağlı olarak kredi sağlamayı sürdüreceklerdir. Şekerbank olarak, bilançomuzun kaynak bölümünün yüzde 67'sini oluşturan mevduat büyüklüğümüz, reel sektöre kredi olarak akmış ve 30.06.2009 itibariyle kullandırdığımız krediler, toplam mevduatımızın yüzde 86'sını oluşturmuştur. Bu dönemin, ilgili düzenlemelerin iyileştirilmesi halinde, şirket borçlanma senetleri ve varlığa dayalı menkul kıymetleştirmelerinin de gündeme gelmesi açısından elverişli bir faiz ortamı olduğu düşünülebilir. Bankaların, herkes tarafından çok övülen sermaye yeterliliğinin, önümüzdeki dönem yetersiz kalma ihtimali var mı? Küresel krizden çıkış ve ekonomideki canlanma uzadığı takdirde, genel ekonomi, sektör ve bankalar bundan nasıl etkilenir? Sektörümüzün sermaye yapısı (SYR oranı) özellikle kriz dönemi ile de test ettiğimiz gibi oldukça sağlam. Mevcut yapının olası şoklara karsı dayanıklı olduğunu öngörüyoruz. Her ne kadar bu konuda henüz farklı görüşler olsa da, en kötüsünü geride bıraktığımız iyileşme sürecinin uzayabileceği, bu süreçte dalgalanmalar olsa da global krizde en kötüyü geride bıraktığımız biraz daha fazla öngörülmeye başlandı. Bu kapsamda baktığımızda, karlılıkları ve özkaynakları dikkate aldığımızda sektörümüzün mevcut sermaye yeterliliği konusunda herhangi bir risk görmüyorum. IMF ile anlaşma yapılması ve yüklü bir dış kaynak temini, Türkiye ekonomisi ve bankacılık sektörünü nasıl etkiler? Anlaşma olmadığı takdirde sadece Orta Vadeli Program (OVP) ekonomide güvenin sağlanması için sizce yeterli olur mu? IMF anlaşması ve bunun getireceği kaynak elbette ki, genel olarak güven vermesi yanında, kamunun iç borçlanma ihtiyacını azaltacaktır. Böylece kredi arzını artırma yönünde etkide bulunacaktır. OVP'de gerekli yapısal ve mali disiplini öngören bir program, bu nedenle tutarlı bir şekilde uygulanması ve devam ettirilmesi elbette ki güven sağlanması için önemli olacaktır. Türkiye ekonomisi sadece kendi iç dinamiklerine değil, global dalgalanmalara da çok açık. Bu nedenle IMF anlaşmasını, her ne kadar biraz daha iyimser görüşler olsa da, olası global şoklara karşı bugünden sigorta mahiyetinde aldığımız bir kaynak olarak nitelendirmek gerekir. KONSOLİDASYON SÜRECİ BEKLEMİYORUM Tüm dünyada yaşanan finansal kriz, yönetilebilir büyüklüklerin ve kontrollü büyüme stratejilerinin doğruluğunu ortaya koymuştur. Büyük firmaların devliği tartışılır olmuş, küçük ama kontrol edilebilir, sağlam yapılar önem kazanmıştır. Bu doğrultuda, önümüzdeki dönemde bir konsolidasyon süreci beklemiyorum. Optimum risk algısı ile hareket edecek küçük ve orta boy firmaların bu zorlu süreçten güçlenerek çıkacaklarını düşünüyorum. ULUŞAHİN'E GÖRE EN CİDDİ 3 RİSK - Genişlemeci maliye ve para politikalarının sona erdirilmesinin zamanlaması oldukça önemli. Zira erken sonlandırılması ekonominin yeniden daralmasına, geç kalınması da yeni balonların oluşmasına yol açar. - Türkiye ekonomisinin ağırlıklı olarak küresel ekonomik gelişmeleri izlemesi beklenebilir. Ülkemize özgü dinamikler vardır ancak, belirli bir mali ve yapısal disiplin içerisinde uygulanacak bir program, ekonominin bu risklerden fazla etkilenmemesini sağlar. - Bankacılık için reel ekonominin beklenen yavaş gitmesi ve bunun beraberinde oluşacak kredi riski.
Site adresi: https://www.finansingundemi.com/haber/global-soklara-karsi-sigorta-imf-anlasmasi/264519