Yazdır

En kötü senaryoda bile ayaktayız

Tarih: 05 Kasım 2009 - 08:32

Yapı ve Kredi Bankası Genel Müdürü Faik Açıkalın, kaynak sıkıntısı doğması halinde bunun faiz marjlarından çok kredi hacmini etkileyeceğini söyledi. Açıkalın, 2010 yılı için bankacılık sektörünün öncelikli konularının ise "karlılık ve net faiz marjının muhafazası" olacağını...

Türk bankacılık sektörünün yeterli sermayeye sahip olduğunu kaydeden Faik Açıkalın, Merkez Bankası'nın çizdiği en kötü senaryoya göre tahsili gecikmiş alacak oranının yüzde 13'e çıkması halinde bile, sektörün sermaye yeterlilik oranının yüzde 12'nin üzerinde kalacağını söyledi. Orta Vadeli Plan'ın bir mali çerçeve çizdiğini fakat IMF ile yapılacak bir anlaşma ile desteklenmesi ve hedeflere nasıl ulaşılacağı konusunun altının doldurulmasının olumlu olacağını kaydeden Açıkalın, "IMF ile yapılacak bir anlaşma, hem sağlanacak finansmanın Hazine'nin borçlanmalarını rahatlatarak özel sektöre gidecek kaynağı artırmasını hem de yatırımcı güveninin güçlenmesini sağlayabilir. Böyle bir durum da Türkiye'nin büyüme dinamiklerine olumlu katkıda bulunabilir" dedi. Yapı ve Kredi Bankası Genel Müdürü Faik Açıkalın, Referans'ın sorularını şöyle yanıtladı: G-20'nin küresel ekonomik politikalar konusunda kazandığı etkinliği nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu platformda alınan kararların krizden çıkışta olumlu rol oynadığı söyleniyor, katılıyor musunuz? Türkiye'nin de içinde bulunduğu bu platformun etkinlik kazanması, Türkiye ekonomisi açısından ne kazandırır? Krizden çıkışta özel tüketim harcamaları bakımından ABD ve AB ülkelerinin açığını BRIC ve gelişmekte olan ülkelerin kapatmaları çok zor görünüyor. ABD, 14.3 trilyon dolarlık bir ekonomik büyüklüğe sahip ve bunun içinde özel tüketim harcamaları 10 trilyon dolar civarında. AB ise 10.3 trilyon dolar civarında bir ekonomik büyüklüğe ve 7 trilyon dolar civarında özel tüketim harcamasına sahip. Yeni itici güç olması beklenen Çin ise 4.3 trilyon dolarlık bir ekonomi ve özel tüketimi sadece 1.4 trilyon dolar civarında. Bu rakamların da gösterdiği gibi söz konusu ikamenin kısmi bile olması pek mümkün değil. Dolayısıyla global toparlanma ancak ABD ve AB ekonomilerinin düzelmesiyle mümkün olacak gibi görünüyor. Bu yüzden ihracata dayalı büyüme modeli seçmiş ülkeler iç harcamaları harekete geçirecek yöntemler üzerine kafa yoruyor. G-20'nin etkin olabilmesi ancak bu ülkelerin dünya üretiminde daha çok pay almalarına, fonlanan pozisyonundan fonlayan pozisyonuna geçmelerine, aynı zamanda gelişmiş ülkelerin krizdeki performansına bağlı olacağını söyleyebiliriz. Son G-20 kararları ve IMF-Dünya Bankası genel kurulunda alınan kararlar çerçevesinde, bundan sonra küresel ekonomide nasıl bir seyir izleneceğini tahmin ediyorsunuz? Türkiye'nin bu seyirdeki konumu nasıl olacak? Ülkeler arası koordinasyonun çok daha yoğun olacağını öngörebiliriz. Bu çerçevede çözüm için daha fazla ortak bir tavır alınacaktır ama yine pek çok konuda çabuk bir değişim beklememek gerekiyor. Çin'in kur rejimi değişimi gibi bazı ana stratejilerin değişimi ya da Amerikan halkının düşük tasarruf eğilimi gibi bazı yapısal katılıkların ortadan kalkması oldukça uzun süre gerektiriyor. Türkiye son krizin de gösterdiği gibi global ekonomiye ciddi şekilde eklemlenmiş bir ülke konumunda. İç dinamikleri harekete geçirme konusunda kağıt üzerinde birçok gelişmekte olan ülkeye göre daha avantajlı olmamıza rağmen büyük oranda global gelişmelere bağlı bir seyir izleyeceğimizi düşünüyorum. Türkiye ekonomisinde krizden çıkışta ağır bir canlanma temposu izleniyor. Önümüzdeki yıl, baz etkisi nedeniyle büyüme oranlarının artması bekleniyor. Rakamlardaki artış yeterli olacak mı, yoksa üretim seviyesinin artırılması için sizce ek önlemlere ihtiyaç olacak mı? Ek önlemlerin hem teşvik tedbirlerini andırır nitelikler içermesi hem de uluslararası yatırımcıyı çekecek ortam yaratılmasına yönelik olması gerekiyor. Ancak bugünün global ekonomik ortamında en önemli husus, dünyadaki gelişmelere ve ekonominiz üzerindeki muhtemel etkilerine tümüyle vakıf olduğunuz izlenimini hem tüketiciye hem de yatırımcılara verebilmek. Bu bağlamda modern ekonomi yönetiminin özü de piyasalarda güven ve beklenti yönetimini başarıyla yapabilmeyi gerektiriyor. Ancak ekonomik aktörlerin her zamankinden çok daha sofistike olduğu bu dönemde bu izlenimi uyandırabilmek eskiye oranla çok daha zor görünüyor. Bankacılık sektörü karlı bir yılı geride bırakıyor ancak bundan sonrası için karlılığın tartışmalı olacağı anlaşılıyor. Karlılık açısından bankaların bundan sonra neler yapması gerekecek, hangi alanlara yönlenmesini bekliyorsunuz? Merkez Bankası'nın hızla faiz indirimi yaptığı bir ortamda sektörde fonlamanın genelde kısa vadelerde olmasından kaynaklanan vade uyumsuzluğunun bankaların faiz marjlarına çok olumlu bir etki yaptığı gerçek. Ancak aktiflerin yeniden fiyatlanma sürecinin ilerlemesi ve faiz indirimlerinin de sona ermesiyle birlikte faiz marjlarının daralması normal bir gelişme olacaktır. Bu koşullar altında, sağlıklı kredi portföyü büyümesi, hizmet geliri üretilmesi, dolayısıyla müşteri memnuniyetinin korunması karlılık açısından bankaların odaklanacağı konuların başında gelmektedir. Hazine faizlerinin artık dibe yaklaşması, bankaları yeni plasman alanlarına yönlendiriyor. Sizce Hazine tahvil-bono ihracında nasıl bir faiz seyir izlenecek, endeksli kağıt ihracı ne kadar artabilir? Kamu borçlanmasında, ek kaynak bulunmadığı takdirde, faiz cazibesi azalacağı için bir sıkıntı olabilir mi? Faizlerin ciddi yükselme işaretleri belirmeden yukarı marjının fazla olduğu kanaatinde değiliz. Bununla birlikte büyüme ve enflasyon belirtileri ortaya çıktığında da eskiye benzer dönüşler yaşanacağını sanmıyorum. Yaşanan çalkantıların bazı yapısal kırılmaları da beraberinde getirdiğini, bunun da ekonomideki normalleşmeden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Bankalar, risk yönetimini de göz ardı etmeden, yüksek marjlı varlık yaratmayı tercih eder ancak kredi verilecek bilançoyu ve/veya şirket yönetimini bulduğunda kredi vermeye yönlenecektir diye düşünüyoruz. Yeni dönemde bir kaynak sıkıntısı ortaya çıktığında bunun etkisinin faiz marjlarından ziyade kullandırılacak kredi hacmine yansıyacağını söyleyebiliriz. Bankalar, Hazine kağıtları yerine, bundan sonra plasman ağırlığını kredi kullandırmaya ne kadar verebilirler? Zaten güçlü olan reel sektör firmaları kredi temin edemiyor mu? Bankaların kredilerde aşırı rekabete girmesi beklenmeli mi, böyle bir eğilim ileriye dönük olarak bankalarda ve sektörde sıkıntı yaratmaz mı? Ekonomideki hareketlenmeyle birlikte 2010 yılındaki sektörde kredi büyümesinin 2009'a göre daha güçlü olacağını ve yüzde 12 civarında gerçekleşeceğini düşünüyoruz. Bu çerçevede risk yönetiminin farkında olan bankaların kar baskısıyla aşırı bir rekabete girerek mali bünyelerini tehlikeye atmaları söz konusu olmayacaktır. Bankaların müşterilerinin kredi yeterliliğini göz önüne alarak sağduyulu bir şekilde kredi portföylerini genişleteceklerini düşünüyorum. Bankaların, herkes tarafından çok övülen sermaye yeterliliğinin, önümüzdeki dönem yetersiz kalma ihtimali var mı? Küresel krizden çıkış ve ekonomideki canlanma uzadığı takdirde, genel ekonomi, sektör ve bankalar bundan nasıl etkilenir? 2001 deneyiminin ardından Türkiye'de hem bankacılığın hem de reel sektörün krize karşı refleksi gelişti. Şu ana kadar bankacılıkta çok önemli bir sorun yaşanmadı. Kredi kartlarında ve küçük işletmelerde sorunlar gözlenmesine rağmen kurumsal ve ticari bankacılık cephesinde bankacılık sektörünün sağlığını tehdit edecek boyutta bir bozulma görülmedi. Bu segmentteki kredilerde bir sorun olsa bile Türkiye'de bankaların yüzde 18 seviyelerindeki sermaye yeterlilik rasyosunun bu duruma karşı yeteri kadar güçlü olduğuna inanıyorum. Merkez Bankası'nın mayıs ayında yayımlamış olduğu finansal istikrar raporu da bu doğrultuda analizleri ortaya koyuyor. Buna göre tahsili gecikmiş alacaklar oranında bir felaket senaryosu olan 13 puana varan artışlarda dahi sektörün sermaye yeterlilik oranı yüzde 12'nin üzerinde kalacak kadar güçlü. Ekonomide canlanma devam ettikçe kredilerde de daha sağlıklı bir tablonun ortaya çıkacağını düşünüyorum. IMF ile anlaşma yapılması ve yüklü bir dış kaynak temini, Türkiye ekonomisi ve bankacılık sektörünü nasıl etkiler? Anlaşma olmadığı takdirde sadece Orta Vadeli Program (OVP) ekonomide güvenin sağlanması için sizce yeterli olur mu? Hükümetin açıkladığı Orta Vadeli Plan bir mali çerçeve çizmekte fakat IMF ile yapılacak bir anlaşma ile desteklenmesi ve hedeflere nasıl ulaşılacağı konusunun altı doldurulursa olumlu olur düşüncesindeyiz. IMF ile yapılacak bir anlaşma, hem sağlanacak finansmanın Hazine'nin borçlanmalarını rahatlatarak özel sektöre gidecek kaynağı artırmasını hem de yatırımcı güveninin güçlenmesini sağlayabilir. Böyle bir durum da Türkiye'nin büyüme dinamiklerine olumlu katkıda bulunabilir. Orta vadeli plan araçları ayrıntılandırıldığı oranda kredibilitesi artacaktır, ancak esas değerlendirmenin uygulama tarafında olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu çerçevede mali kuralın devreye sokulması iyi bir çıpa görevi görebilirdi ancak bu konu 2011 yılına bırakıldı. Rakamlara baktığımızda Türkiye'nin ödemeler dengesinin bir IMF anlaşması gerektirdiğini söylemek çok doğru olmaz ancak daha erken bir anlaşma yapılmış olsaydı yaşadığımız ekonomik daralmaların daha düşük seviyelerde tutabileceğini söyleyebiliriz. Bundan sonra yapılacak bir anlaşma da özellikle finansman tarafında olumlu etkiler sağlayacaktır diye düşünüyorum, çünkü bundan sonrası teknik olduğu kadar beklenti yönetimini de içeriyor. Bankacılık sektörünün önündeki muhtemel riskler neler olabilir? Sektörün ve tek tek bankaların risk analizinde hangi unsurlar öne çıkacak? Bankacılık sektörü açısından 2009 yılı için en önemli gündem maddesi kredi riski oldu. Bu süre zarfında gerek sektörün gerekse düzenleyici otoritenin konu hakkında yüksek bir bilince sahip olduğunu gördük. 2010 yılı için ise karlılığın ve net faiz marjının muhafaza edilebilirliğinin daha öncelikli konular haline geleceğini düşünüyorum. YENİ BİR KONSOLİDASYON DALGASI BAŞLAR MI Kredi hacimlerindeki büyümenin global finansal krizin etkisiyle durakladığı bir yılı geride bıraktık ancak önümüzdeki dönemde genel trendlerin devam edeceğini düşünüyoruz. Bankacılığın ekonomiye penetrasyonu sürerken kredilerin GSYİH'ye oranında yükseliş de kontrollü bir şekilde devam edecektir. Bankaların hizmet ağının genişlemesi, şube sayılarının artması yönündeki dinamiğin de 2008 yılındaki kadar hızlı olmasa da sürmesi beklenebilir. Sektörde konsolidasyon fırsatları iki nedenden dolayı ortaya çıkabilir: 1- Bankaların karlılığının baskı altında kalması 2- Bankaların sermaye yeterlilik düzeylerinin baskı altında kalması. 2009 yılındaki gelişmeler her iki maddenin de bankalar açısından pozitif olması sonucunu doğurduğundan sektörde henüz konsolidasyon sinyalleri görmüyoruz. Ancak 2010 yılında sektördeki oyuncuların karlılık ve sermaye durumlarının gelişimine göre konsolidasyon sürecinin başlaması beklenebilir. AÇIKALIN'A GÖRE EN ÖNEMLİ 5 RİSK 1- Resesyon korkusundan dolayı piyasalarda likiditeyi ucuz tutmaya çalışırken bunun bir balona yol açma ihtimali var. 2- ABD de tüketicinin krizden çıkış için tüketmesi, çıkıldığında da esas problemi olan tasarruf açığı problemine odaklanması gerekiyor. 3- Daha az hasarlı görünen ya da öyle algılanan AB ülkelerinde canlanma devreye girmezse ABD'de yaşananlardan daha kötü sorunlar yaşanması ihtimalini de göz ardı etmemek gerekiyor. 4- Bazı gelişmekte olan ülkelerin krizden çıkışta zorlanması birtakım gelişmiş ülkelerde bilanço problemleri yaratmaya devam edebilir. 5- En kötünün geride kaldığına dair görüş oluşmasına rağmen krizin tam olarak neresinde olunduğuna dair bir konsensüs olmadığı da söylenebilir. ERDAL SAĞLEM REFERANS
Site adresi: https://www.finansingundemi.com/haber/en-kotu-senaryoda-bile-ayaktayiz/263961