Yazdır

TÜRK BANKALARI KRİZDEN DOĞAL YOLLA KORUNDU

Tarih: 16 Şubat 2009 - 15:15

Avrupa-Türk İşbirliği Konseyi Yönetim Kurulu Üyesi Dr. İsmail Ergener’e göre, Türkiye’de uluslararası sermaye piyasası işlemlerine yatırım yapan büyük bir bankacılık portföyü olmadığı için şanslıyız...

NERMİN AKSOY / PARA DERGİSİ DÜNYA bankacılık sistemi, belki de tarihinin en önemli sürecinden geçiyor. Olağanüstü boyutlarda bir yeniden yapılanma süreci yaşanıyor. ABD’de neredeyse asırlık bankalar battı. Avrupa’dakilerin çoğu da mensubu oldukları devletlerin desteğiyle ayakta kalmaya çalışıyor. Tabii bu gelişmeler, en azından özel bankacılığın büyük bir bölümünün yabancı sermayenin elinde olduğu Türkiye’ye de yansıyor. Bu yüzden, küresel finansal krizin nedenleri, kapsamı, ne yönde yol alacağı ve krizden çıkmanın çözüm yolları büyük önem arz ediyor. İşte bu konuları, bankacılık sektörüne hem içeriden hem de dışarıdan bakabilecek konumda bulunan eski ATBA (Avrupa Türk Bankalar Birliği) başkanı ve Avrupa-Türk İşbirliği Konseyi Yönetim Kurulu Üyesi Dr. İsmail Ergener’le konuştuk... Öncelikle dünya bankacılık sektörü genelinde yaşanan krizin şu anki durumunu anlatabilir misiniz? Dünya bankacılığı aslında her 25-30 veya 50 yılda bir değişik sıkıntılar yaşar. Bugüne kadar daha çok 15 yılda bir görülen bölgesel sıkıntılara tanık olduk. Şimdi ise bütün dünyayı saran bir kriz söz konusu. Ve sadece bankacılık sektörünü etkilemiyor. Bankacılık sektöründen başlayıp giderek reel sektöre yayılan ve daha sonra tekrar bankacılığa geri dönen, yaygın ve zincirleme etkinliği olan bir kriz söz konusu. Bu krizin asıl etkileri 2009 ortasından itibaren ciddi bir şekilde görülecek. Krizin bu denli büyük olması sizce de küreselleşmenin bir sonucu mu? Kesinlikle. Küreselleşme olmasaydı bölgesel bir kriz olarak kalacaktı. Günümüzde sadece mal değil para piyasalarında da bir bütünleşmeye doğru gidiyoruz. Nasıl Avrupa Birliği’nde euro’ya geçildiyse, belki 20-30 yıl sonra dünyada dolarla da tek bir para birimine geçilebilir. Olmayacak bir şey değil. Eskiden farklı para birimleri olduğu zaman krizler bölgesel, yerel olarak yaşanıyordu. Şimdi tek para birimine doğru gidilince ve çok güçlü iki üç para birimi kalınca birbirinden etkilenmemeleri mümkün değil. O nedenle krizi genel yaşıyoruz. Krizin kaynağı Amerika kökenli diyebilir miyiz? Evet. Bu aslında 2000’lerin başında çıkması beklenen bir krizdi. O zamandan beri ortalıkta şişen bir balon söz konusuydu. 11 Eylül saldırıları bunu geciktirdi. Piyasalar üzerinde biriken fazla havayı 11 Eylül aldı. Piyasalar çöktü. Piyasalar bu çökmeyi altı ay içersinde tekrar tersine çevirebildi. Şimdi böyle bir durum söz konusu değil. Kriz gecikmeli olarak geldiği için sisteme maliyeti çok daha yüksek oluyor. Üstelik çok daha büyük bir maliyet geliyor. Eskiden dünyada 50 yılda bir savaş çıkıyordu. Bu savaşlar piyasalarda oluşan aşırı değerleri ortadan kaldırabiliyordu. Her şey sıfıra iniyor ve yeniden başlanabiliyordu. Küreselleşen dünyada barışın temin edilmesi batıda savaş riskini ortadan kaldırdı. Refah sonsuz bir noktaya doğru gidiyor. Ancak sonsuza gitmesi de mümkün değil. Dolayısıyla bunun herhangi bir şekilde patlaması gerekiyor. Önümüzdeki dönemde dünyada nasıl bir tablo oluşacak? Elinde çok kaynak birikmiş bir iki grup söz konusu. Birincisi zengin batı, ikincisi ise zenginleşen bazı doğu ülkeleri. Kim bunlar? Birdenbire petrol zengini olan Rusya’da büyük bir kaynak birikimi oldu. Aynı şekilde müthiş bir ihracatla Çin dünyanın en güçlü ekonomisi haline geldi. Ellerinde çok büyük fonlar oluştu. Şimdi bu zenginlerin bu fonları bir yerlere yatırılması gerekiyor. Batının elinde de çok büyük fonlar var. Onların da bu fonları bir yerlere yatırması gerekiyor. Bankalar bu global zenginleşmenin yarattığı talebi karşılayabilmek için aralarında birleşmeye, herkes birbirini satın alarak büyümeye başladı. Bu büyümeler otoritelerin, bu konuda söz sahibi olan yerel yöneticilerin istekleri dışında gerçekleşti. Özelleştirelim, para gelsin gibi çözümlere gidildiğinden dolayı buraya gelindi. Türkiye de bu anlamda yabancı bankaların hücumuna uğradı. Pek çok Türk bankasını yabancı bankalar aldı. Kriz karşısında Amerikan ve Avrupa bankacılığının durumu nedir? Amerika ile Avrupa arasında bankacılık açısından çok ciddi bir felsefe farkı var. Amerikalılar çok daha pragmatik, daha çözüme yönelikler. Avrupa bankacılığı ise çok daha mevcut kurallara bağlı. Bunun getirdiği birtakım sıkıntılar söz konusu Avrupa’da. Ama sorun ortak. Ortada bir finansal kriz var. Bu finansal kriz artık yalnız bankaları değil yerel ekonomileri de etkilemeye başlamış durumda. Bu durumlarda bugüne kadar en muhafazakar gördüğümüz kesimler veya iktidarlar bile kendi ülkelerinde sistemin çökmesini önlemek için bankalara ortak oluyor, destek vermeye çalışıyorlar. Sistem son derece hassas bir noktaya gelmiş durumda. Amerika, son 15 yılda dünyanın tek patronu konumunda bir havaya büründü. Müthiş askeri harcamalar yaptılar ve bu askeri harcamaların Amerika’ya getirdiği müthiş bir yük söz konusu. Ama para durumuna baktığınızda, Amerika dünyada sınırsız para basabilen tek ülke. Bunun dışında sınırsız para basabilen başka bir ülke yok. ABD son birkaç yıldır bastığı para büyüklüklerini açıklamıyor. Aslında bu son derece ilginç ve bu işle ilgilenen insanları krizden önce de uzun zamandır son derece rahatsız eden bir konu. Avrupa’da ise böyle bir durum söz konusu değil. Avrupalılar, Avrupa Birliği’nin getirmiş olduğu disiplin içersinde bu sorunları çözmeye çalışıyorlar. Basel II kriterlerini çok iyi uygulamaya çalışıyorlar. Bir tarafta bunlara hiç uymayan bir yapının getirdiği bir sıkıntı, diğer tarafta ise bunun ceremesini çekenler var. Tabii ki bu durum Çin’i, Rusya’yı, Hindistan’ı da rahatsız ediyor. Onlar da ellerinde oluşan bu büyük fonları herkes gibi reytinglerin yıldızlarına kapılıp Amerika’ya, ya da bu ekonomilere yatırmış durumdalar. Bu yatırımların hepsi çok fazla değer kaybetti. Bütün bu açmazların hepsinin birden çözülmesi kolay değil. Bu ekonomilerde yine çözüm reel sektörlerin yeniden devreye girmesiyle aşılabilir. Eğer siz insanlara iş, aş verirseniz, yatırım yaparsanız sorunlar aşılabilir. Eğer insanlara hava satarsanız, eğer 10 lira değeri olan hisse senetlerini 100 liraya çıkarırsanız, aradaki farkın bir gün ortadan kalkması kaçınılmaz olur. Bu değer farkı ortadan kalkarken hisse senetleri elinizde kalırsa, papaz kaçtı gibi elinizde yakalanırsınız. Diğer taraftan, bankacılık sektörü için özellikle Avrupa’nın getirmiş olduğu o kadar katı kurallar var ki. Şimdi bu kuralları aşmanın da yolları aranıyor. Ancak çözüm kolay değil. O kadar rahat bir geçiş olmayacak. Bankacılığın merkezlerinden İsviçre’ye, Belçika’ya baktığınız zaman her iki ülkede de bankacılık sektörü çökmüş durumda. Belçika’nın iki büyük bankası Fortis ve Dexia devlet desteği alıyor. Avusturya’da da bankacılık Doğu Avrupa’nın gelişimine ipoteklenmiş durumda. Yine de Doğu Avrupa ülkelerinin bir şansı var; büyüme potansiyelleri yüksek. Yaşlı Batı Avrupa’nın büyüme şansı yok. Avrupa’nın yeni projeler üretmesi lazım. Örneğin, Almanya’nın kuzeyinden güneyine geçen bir metro yapmanız lazım ki insanlara iş çıksın. Yani bu şekilde “Zihni Sinir” projeleri üretmeniz gerekiyor. Bu askerdeki çukur açıp kapatma işine benziyor. Bunlar verimsiz işler. Üstelik kapitalistler bunları devlete yaptırmaya çalışıyor. “Sen yap biz yaşayalım” diyorlar. Türk bankacılığının Avrupa’daki yeri nedir? Türk bankaları gerek Avrupa gerekse Türkiye’de bir anlamda şanslı. Çünkü Türkiye, özellikle 1994’ten beri son 14 yılda çok fazla krizle karşılaştı. Deneyim artı terbiye edindiler. Türk bankacılık sistemi kendisini yenilemek zorunda kaldı. Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek lazım; bugün Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) getirmiş olduğu çok sıkı kriterlerle bankaları gerçekten çok yakından izliyor. Ama bu demek değil ki Türkiye’ye kriz gelmeyecektir. Bir salgın varsa bundan etkilenmemeniz söz konusu değil. Ama Türkiye Amerika’daki kriz dalgasına yakalanmadı. Türkiye’de uluslararası sermaye piyasası işlemlerine yatırım yapan büyük bir bankacılık portföyü olmadığı için şanslıyız. Bankacılık sistemimiz korunmuş durumda. Bu belki bilinçli, isteyerek değil ama doğal bir korunma oldu. Avrupa’da ise pek çok bankanın elinde çok büyük likidite var. Bu likiditeyi verimli bir yerlere yatırmak zorundalar. Biraz daha geriye gidip işin özüne baktığımızda, sistem insanları bu tip yatırım yapmaya yöneltti. İktidarlar, devletler, otoritenin hepsi sistemin bu yöne gitmesi için buna çanak açtılar. Thatcher’ın getirdiği globalleşme, sermayenin hızlı bir şekilde uluslararası alanda yayılmasını sağladı. Tabii bir de kapitalizmin bitmek bilmeyen bir iştahı var. Daha fazla kar şeklinde bir açgözlülüğü var. Adamın bilançosu olmuş bir trilyon dolar siz hala bunun yüzde bilmem kaç daha fazla artmasını istiyorsunuz. Ancak bunu yapmanız belli bir büyüklükten sonra mümkün değil. Bunu ancak başka şeyleri kırarak, bozarak, ezerek yapabilirsiniz. İşin özünde bu var. Maalesef istenen, beklenen daha fazla sermaye ve para kazanmak. Bunun için yönetimleri zorluyorsunuz, ama bunun normal şartlarda belli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra devamı yok. Para kazanmanın bir sınırı var. Ya karşınızda hiç kimse kalmaz ve siz istediğiniz fiyatı isteyip para kazanırsınız, ya da piyasada başkaları varsa başka yöntemler denemek durumunda kalırsınız. Bu durumda ne yapıyorsunuz? Türev ürünler yaratıyorsunuz. Çok basit örnekle, İstanbul’da Fenerbahçe ile Galatasaray oynuyor. Çin’de bu iki takımdan hangisinin kazanacağı konusunda iddiaya giriliyor. Bu iddia üzerine Amerika’da başka bir grup, “Çin’de ‘Galatasaray kazandırır’ diyenler kazandırır” diyerek bir iddiaya girer ve bu iddiaya yatırım yapılırsa, bu “türev ürün” olur. Zincirleme ve gerçek bir değere dayanmayan, sanal, temeli olmayan bir değer yaratılıyor. KUTU “Türk bankaları Avrupa’dan çıkmakla hata yaptı” Dr. İsmail Ergener, bankacılık deneyiminin önemli bir bölümünü Avrupa’da edindi. 20 yılı aşkın bir süre Türk bankalarının Avrupa’daki temsilciliklerinde yöneticilik yapan Ergener, 1997 yılında kurucuları arasında yer aldığı Denizbank AG’nin (Esbank olarak kurulmuştu) genel müdürlüğünü Ocak 2009 itibariyle bıraktı. Ergener’e, Türk bankalarının artık neden Avrupa’da eskisi kadar etkin olmadığını da soruyoruz. Sorumuzu kendi yaşadığı bir örnekten yola çıkarak şöyle yanıtlıyor: “Bazı büyük gruplar internet üzerinden bankacılık yapıp paraları toplamakla bu işi yapabileceklerini sandılar. Bu yüzden de şubeleri kapattılar. Biz kapatılmaması için çok direndik. Bugün haklı olduğumuz ortaya çıktı. Çünkü nasıl siz nasıl reel bir iş yapıyorsanız, müşteri de reel bir banka görmek istiyor karşısında. Bir insanla muhatap olmak istiyor. Yurtdışında yola devam eden Türk bankaları bu sayede krizden etkilenmedi. Örneğin, Denizbank AG’nin hiçbir şubesinde mevduat azalması olmadı. Mevduat azalmasını sadece doğrudan, internet üzerinden bankacılık hizmeti verilen kesimde görüldü. Bu tür müşteriler, akşam evinde otururken “Aman kriz var. Denizbank’taki paramı alayım Volksbank’a yatırayım” diyebiliyor ve internet üzerinden hesabını çekip başka yere aktarıyor. Ertesi gün bir de bakmışsınız hesap gitmiş. Oysa müşteri şubenize gelse onu ikna edebilirdiniz.” KUTU “Yabancıların Türk bankacılığına katkısı sıfır” Türkiye’de bankacılık sektörünün yüzde 50’den fazlası ve karar mekanizması yabancıların eline geçmiş durumda. Peki bankacılıkta yabancı sermayenin bu kadar yüksek olması gelecekte sorun yaratır mı? “Kesinlikle yaratır” diyor Dr. İsmail Ergener ve gerekçesini de şöyle açıklıyor: “Ben Avusturya Lisesi’nde okurken Almancayı yeni öğrenen biri olarak yabancı dergileri alıp okuyordum. O dergilerde gördüğüm Deutsche Bank, Tokyo’daki Mitsubishi Bank çok ilgimi çekiyordu. Şöyle düşünüyordum o zamanlar: ‘Kim bilir bu binalarda ne adamlar, ne cevherler var.’ Daha sonra Tokyo’ya gittim ve o binada bulundum. Almanya’ya geldim, Deutsche Bank’ın en üst katında yemek yedim. İnsanlarla tanışıp karşılaştıktan sonra gördüm ki olay insanlarda, binalarda değil sistemde bitiyor. Yaratılan çerçevede bitiyor. Yabancı bankaların, özellikle son beş yılda gelenlerin Türkiye’ye hiçbir katkısı olmadı. Hemen hemen sıfır. Çoğunun bilançosu küçüldü. Yabancıların Türkiye’deki bankacılıkta ilgilendikleri tek konu tüketici kredileri ve mevduat. Bunun dışında yatırımla ilgili en ufak bir düşünceleri yok. Varsa da en çabuk alıp çıkacakları bir yatırım peşinde koşuyorlar. Türk bankacısı bilgi, görenek, yetenek açısından çok güçlü. Biz altyapımızda ürettiğimiz hizmetle, IT’mizle onlardan çok çok daha ilerdeyiz. Bizim eksik yönümüz sermaye birikimimiz.”
Site adresi: https://www.finansingundemi.com/haber/turk-bankalari-krizden-dogal-yolla-korundu/256019