İşçi Partisi milletvekili ve İngiltere’nin Türkiye Ticaret Elçisi Afzal Khan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne (KKTC) gerçekleştirdiği ziyaret nedeniyle gelen eleştiriler sonrası görevinden istifa etti.
Khan, 8 Ağustos’ta yaptığı ziyareti “kişisel” olarak nitelendirerek, seyahat giderlerini kendi imkanlarıyla karşıladığını, ailesini ziyaret ettiğini ve bir üniversiteden fahri doktora unvanı aldığını açıkladı.
Ziyareti kapsamında KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ile de bir görüşme gerçekleştiren Khan’ın bu teması, yalnızca Güney Kıbrıs yönetiminde değil, İngiltere kamuoyunda da rahatsızlık yarattı.
Euronews'in haberine göre, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) hükümeti, Khan'ın ziyaretini "kesinlikle kınanabilir ve kabul edilemez" olarak nitelendirdi. İngiltere Dışişleri Bakanlığı geçen hafta yaptığı açıklamada Khan'ın cuma günü istifasını kabul etmeden önce ziyaretinin "kişisel bir sıfatla gerçekleştirildiğini" söyledi.
Güney Kıbrıs Dışişleri Bakanlığı'ndan cumartesi günü yapılan açıklamada Khan'ın istifası memnuniyetle karşılanarak, "bu özel zamanda daha da büyük önem taşıyan önemli bir gelişme" olarak nitelendirildi.
İngiltere Başbakanı Keir Starmer'a yazdığı mektupta Khan, "hükümetin bu ülke için mümkün olan en iyi ticaret anlaşmalarını sağlamak için yaptığı sıkı çalışmanın dikkatini dağıtmamak için şu anda görevden çekilmenin en iyisi olduğunu" düşündüğünü söyledi.
KKTC'den açıklama
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, KKTC'yi ziyaret eden İngiltere’nin Türkiye Ticaret Elçisi ve İşçi Partisi milletvekili Afzal Khan’ın ülkesinde istifaya zorlanmasına ilişkin, "Bir milletvekilinin, Kıbrıs Türk halkının seçilmiş Cumhurbaşkanı ile görüşme iradesi gösterdiği için baskı ve tehditle görevinden ayrılmaya zorlanması, demokrasiye vurulmuş kara bir lekedir." ifadesini kullandı.
Tatar, KKTC'yi ziyaret eden İngiltere'nin Türkiye Ticaret Elçisi ve hükümetteki İşçi Partisi milletvekili Khan'ın istifaya zorlanmasına ilişkin yazılı açıklama yaptı.
Tatar, Khan’ın kendi daveti üzerine KKTC’yi ziyaret ettiğini belirterek, "Khan’ın bu ziyaretinin ardından maruz bırakıldığı baskılar, ilkel ve tahakkümcü Rum zihniyetinin yeni bir yansımasıdır. Seçilmiş bir milletvekilinin, yalnızca Kıbrıs Türk halkıyla temas kurduğu için İngiltere’nin Türkiye Ticaret Elçiliği görevinden istifaya zorlanması, demokrasiye ve eşitliğe inanan herkes için ibretliktir." ifadelerini kullandı.
Tatar, konuya ilişkin ayrıca şunları kaydetti:
"Rum liderliği yıllardır gasp ettiği statüsünü kullanarak Kıbrıs Türk halkını dünyadan izole etmeye, sesimizi kısmaya çalışmaktadır. Bugün gelinen noktada, bir milletvekilinin KKTC'yi ziyaret etmesi dahi hedef haline getiriliyorsa, alınması gereken mesaj Rum liderliğinin 1963 zihniyetinin hiç değişmeden devam ettiği olmalıdır. Karşımızdaki zihniyet budur ve Kıbrıs sorununu Halkımızın geleceğini Rum'a teslim ederek çözmeyi düşünenler de durumun vahametini halen idrak edememenin acizliği içerisindedirler.
Kıbrıs Türk halkı bu zihniyetten dolayı 62 yıldır en temel insan haklarından mahrum bırakılmaktadır. Rum liderliğinin haksız ve hukuksuz şekilde sürdürdüğü bu baskıcı izolasyon siyaseti, sessiz bir insanlık suçudur. Uluslararası toplum artık bu gerçeğe gözlerini kapamamalı, Kıbrıs Türk halkının hak ettiği adaleti ve eşitliği teslim etmelidir.
Buradan İngiltere'de yaşayan Türk toplumuna da çağrıda bulunuyorum, bu haksızlığa karşı sesinizi yükseltiniz ve Sayın Afzal Khan'a sahip çıkınız. Afzal Khan'a sahip çıkmak, Rum liderliğinin bu faşizan ve antidemokratik tavrına karşı güçlü bir duruş sergilemek demektir. Bir milletvekilinin Kıbrıs Türk halkının seçilmiş Cumhurbaşkanı ile görüşme iradesi gösterdiği için baskı ve tehditle görevinden ayrılmaya zorlanması, demokrasiye vurulmuş kara bir lekedir."
KKTC Dışişleri Bakanlığı'ndan açıklama
KKTC Dışişleri Bakanlığı da Khan'ın KKTC ziyaretinin ardından görevinden istifaya zorlanmasına ilişkin yazılı açıklama yayımladı.
Açıklamada, Khan'ın KKTC'ye yaptığı ziyaret sonrasında yoğun baskılar neticesinde İngiltere'nin Türkiye Ticaret Elçiliği görevinden istifa etmiş olmasının üzüntüyle karşılandığı bildirildi.
Yaşananların, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin (GKRY) Kıbrıs Türk halkına yönelik yürütmekte olduğu hiçbir hukuki ve ahlaki zemini olmayan izolasyon politikasının en son örneğini teşkil ettiğinin belirtildiği açıklamada ayrıca şunlar kaydedildi:
"Kıbrıs Türk halkının kendisini dünyaya anlatmasına dahi tahammül edemeyen bu çarpık zihniyetin geldiği noktayı göstermektedir. Yaşanan bu tarz gelişmeler, Kıbrıs Rum tarafının Kıbrıs Türk halkına yönelik on yıllardır değişmeyen gerçek niyetleri konusunda aydınlatıcı olduğu kadar, bu zihniyet karşısında yürütmekte olduğumuz devletimize ve egemenliğimize dayalı politikamızda ne kadar haklı olduğumuzu da bir kez daha göstermektedir.
GKRY'nin bilinen bu tarz hasmane tutumları esasen KKTC'nin dünyada hak ettiği yeri en kısa zamanda alması yönündeki kararlılığımızı pekiştirmekte ve bu yönde Anavatan Türkiye'nin de tam desteğiyle ortaya koyduğumuz çabalara ivme kazandırmaktadır.
Yaşanan bu son gelişmeler ışığında, Rum tarafının Kıbrıs Türk halkını izolasyon altında tutma çabalarını ısrarlı yanlış politikalarıyla mümkün kılan uluslararası camiayı da bu tutumdan bir an önce vazgeçerek, Rum tarafının gayrı hukuki ve gayrı ahlaki izolasyon politikasına alet olmak yerine, daha fazla gecikmeden adada iki halk ve egemen eşit iki devlet var olduğu gerçeği zemininde hareket etmeye çağırırız."
Detaylar
Resmi olarak sadece Türkiye'nin devlet olarak tanıdığı Kuzey Kıbrıs de facto statüde bir ülke.
Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve Güney Kıbrıs, adada iki devletli bir yapının kurulması fikrine sıcak bakmıyor. Bu doğrultuda son anlaşma girişimleri, 2017'de çökmüştü.
Ankara, 2017'deki görüşmelerde adadaki 35 bin askerinin bir kısmını geri çekeceğini taahhüt edip, kalan askerlerin "barışın teminatı" olarak Kuzey Kıbrıs'ta kalacağını ve olası bir anlaşmanın, askeri müdahalede bulunma hakkının güvence altına alınması sonucu yapılacağını karşı tarafa iletti.
Güney Kıbrıs ise, "iki devletli çözüm" mutabakatının adadaki Türk askeri varlığına resmiyet kazandıracağını düşünüp kuzey ve güneyde iki ayrı devlet kurulmasına karşı çıkıyor.
Uluslararası toplum da adadaki çözümün Türk ve Rumları kapsayan federatif devlet modeliyle sağlanacağını düşünüyor.
Bu gerekçeyle KKTC ve GKRY'yi yeniden birleştirmeye yönelik görüşmeler devam ediyordu, ancak Temmuz ayında New York'ta iki taraf arasında gerçekleşen toplantılar temel anlaşmazlıkları çözemeden sonuçlandı.
Arka plan
Türkiye'de "Kıbrıs Barış Harekâtı," Yunanistan'da "Kıbrıs Türk İstilası" olarak bilinen ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin "Atilla Harekâtı" koduyla düzenlediği askeri operasyon, 20 Temmuz 1974'te, o dönemki CHP - Milli Selamet Partisi (MSP) koalisyonunun kurduğu 37'nci hükümette Başbakan olarak görev yapan Bülent Ecevit'in emriyle gerçekleşti.
Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Konseyi'nin (Council of Europe - CoE) "işgal" olarak tanımladığı harekâta gerekçe olarak Ankara, İngiltere, Türkiye ve Yunanistan'ın taraf olduğu Zürih ve Londra Antlaşmasını gösteriyordu.
"Garanti Antlaşması" olarak da bilinen metinde, Rum ve Türk toplumlarının birbirlerine baskı kuramayacağı, bu gibi durumlarda garantör devletlerin engellemede bulunabileceği belirtiliyor.
15 Temmuz 1974'te, Yunanistan'ın desteğiyle yapılan Kıbrıs Darbesi'nden hemen sonra harekâtın ilk ayağı, 14 Ağustos'ta da ikinci ayağı düzenlendi. Silahlar sustuğunda Lefkoşa'nın kuzeyi dahil adanın yüzde 37'si Türklerin kontrolündeydi.
Harekat sona erdiğinde Türk tarafının kaybı 3 bin 841, Rum ve Yunan tarafınınki de 16 bin dolaylarındaydı. Bu süreçte 270 sivilin öldüğü, 803'ünün kaybolduğu ve 1.000'in üzerinde insanın yaralandığı biliniyor.
Türk ve Rum toplumları arasındaki gerginliğin bir sonucu olan Kıbrıs Harekatı nedeniyle 140 bin ila 200 bin Rum, 42 bin ila 65 bin Türk zorunlu olarak adada yer değiştirdi.
Tarafların olası bir çözüme en yakın oldukları an, eski Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan'ın hazırladığı ve adını verdiği plandı.
2004 yılında müzakereye sunulan Annan Planı, adada iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyon kurulmasını öngörüyordu.
Plana göre ada, iki kurucu devletten oluşan bir 'Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti' adı altında federatif bir yapıya kavuşacak, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum tarafları kendi bölgelerinde geniş özerkliklere sahip olacak, merkezi hükümet, federal düzeyde sınırlı yetkilerle donatılacaktı.
Yine Kıbrıs Türk tarafı, kontrol ettiği toprakların bir kısmını Kıbrıs Rum tarafına devredecekti. Bu düzenlemelerle birlikte Türk tarafının kontrol ettiği alan, Ada'nın yüzde 36’sından yüzde 29,2’sine düşecekti. Bu sayede Rum göçmenlerin bazı bölgelere dönmesinin önü açılacaktı.
Ancak plan, Kıbrıslı Rumlar tarafından referandumda reddedildiği için hayata geçirilemedi.